VİTRİNDE YAŞAMAK 1980’LERİN KÜLTÜREL İKLİMİ (1) (NİLGÜN DUYAR)

Vitrinde yaşamak Nurdan Gürbilek’in kaleminden okuyucusuyla buluşan güzel, zihin açıcı bir eserdir. Yazarın, gözlem gücü, dildeki yetkinliği ve sohbetvari üslubu ile okuyucuyu kendine çekmeyi başarıyor başlıktan da anlayacağınız gibi kitap 80’lerden bahsediyor. Darbenin, şiddetin, baskının gölgesinde Türkiye’nin kültür iklimindeki değişimleri gözlemlemiş. Televizyon, müzik, yazılı basın, cinsellik, kürt meselesi, reklamcılık ve daha bir çok alandaki değişimi irdelerken toplumda meydana gelen çelişkili durumlara dikkat çekiyor. Aslında çok keskin bir biçimde yaşadığımız değişimlerden bahsediyor. Popüler kültür birden bizi ele geçirmeye başlamış, pazarlamacılığın artmasıyla kapitalizmin kucağına düşmüş bir toplum oluvermişiz. Ahlaki tutumlarımız, olaylar karşısında ki tepkilerimiz dahil davranışlarımız komple değişmiş biz farkın da olsak da olmasak da; görünen ile öz farklı oluvermiş, bir çok şey rol icabı, göstermelik oluvermiş. “Vitrinde yaşamaya” başlamışız. Bu durum günümüzde hala devam etmektedir, hem daha belirgin bir şekilde. Nurdan hanım bakış açısıyla geçmişe dönük bir değerlendirme eser kaleme almış. 80’lerin ilk yarısına darbenin, şiddetin, baskının: ikinci yarısına görece özgürleşmenin, daha modern da sivil bir iktidarın damgasını vurduğu söylenebilir. Gürbilek, 2022’den 1980’lere kadar uzanan bir yolculuğa imkan veriyor. Bunu da toplumun herkesimini ele alarak ustalıkla işliyor. Cinsellikten kürt sorununa kadar geniş konulara yer veriyor. 80’li yılları görmedim ama okurken o dönemleri yaşamış gibi hissettim. Askeri darbe sonrasında Türkiye’nin yaşadığı travmayı net bir üslupla ve tarafsız bir şekilde okuyucularına aktarmış. Vitrinde yaşamak, belli bir tema çerçevesinde toplanan, farklı noktalardan meseleleri ele almaktadır. 80’lerin politik ve kamusal kültürüne odaklanan yazar, siyasi ve kültürel söylemlerin iktidar alanlarını, yenilikleri, aşınmaları ve dönüşümleri sorguluyor. Yazarın sol üslubu-sol bakışı bu kitabında daha liberal-sol bir noktaya konumlandırdığı söylenebilir. Bu bir eksiklik olarak görülmemeli, ideolojinin tahakkümünden kaçma çabası olarak algıladım şahsen. Arabeski analiz ettiği kısımlar da serbest düşüncenin olanaklarını olabildiğince kendini kısıtlamadan kullanmasının bir getirisi olsa gerek. 80’ler mahrem olarak kabul edilen her şeyin dile geldiği dönemdir. 70’li yıllara göre özgürlüğün, varoluşun dile geldiği dönemi; kültürel değişimi, modern toplumun oluşumu ve bu süreçteki toplumsal basıklara örnekler vererek “nereden nereye” döndüye getirerek anlatıyor. Taşralıdan, şehirliye kadar; basından-sağlığa, ekonomiden-hukuka tüm dalları içine alan kültürün değişiminde faktör oynayan bir çok konuda görünmeyenlerin dile getirildiği bir eserdir. Bakılanla kurulan ilişki aslen bir seyir ilişkisine sözün kendisi bir vitrine dönüştü. Birçok şeyin gösterildiği için ve göründüğü kadarıyla varolduğu, sergilendiği için seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir toplum ortaya çıktı, epeydir vitrinde yaşıyoruz hepimiz. Yaşadığı ülkeyi iyi gözlemlemiş, ülkedeki ve dünyadaki değişimleri-dönüşümleri iyi okumuş, toplumun devinimini anlamaya çalışmış Nurdan Gürbilek, bunu yaparken de kullandığı samimi, alçakgönüllü, sakin, klişeler ve popülerlikten uzak dili, büyüleyici üslubu o dönemleri adeta yaşatıyor okuruna. 80’ler denince neleri anlıyoruz, neleri yaşamışız, neleri konuşmuşuz? Kendimce anlatmaya çalışayım: 1980 askeri darbesi, elinde kuran-ı kerim ahaliye din dersi veren ve komünüstlere karşı uyaran Kenan Evren, işkence, tutuklamalar, yurt dışına kaçmasalardı hapishanede sürünen aydınlar, tek kanallı “TRT” devlet televizyonu, sayısı hızla atan gazete ve dergiler, her siyasi konuda görüşü alınan görevdeki askerler, “halkın en çok güvendiği kurum=ordu” şirketlerin yönetim kurulunda emekli askerler, kapalı ekonomiden çıkış, serbest piyasa ekonomisine giriş, televizyonlarda önceleri yasak olan arabesk müziğinin yer alması… bugün bize şaşırtıcı gelen bir çok yasağın tabunun delindiği, değişikliğin yıldırım hızıyla yaşandığı bir dönem… Gürbilek, 80’lerde ülkemizde yaşanan keskin kültürel değişimi çözümlemeyi amaçlıyor. 80’ler yazarın deyimi ile bir yandan çerçevesini ülkenin o zamana kadar görmediği ölçüde baskının, yasağın, devlet şiddetinin çizdiği, öte yandan ise bu toplumun pek de tanışık olmadığı başka bir iktidar biçiminin, kendisini kurumsuzluk olarak sunan, yasaklayıcı değil oluşturucu, kışkırtıcı, özgürleştirici bir sivil iktidarın damgasını vurduğu dönem. 1980’lerin ilk yarısında toplum darbenin gölgesinde tutuklama, işkence, korku ve süregelen hakim devlet ideolojisi ile bastırılmış iken ikinci yarısında ise aynı toplum birçok alanda eşi görülmemiş hızla; kimliklerin, sözün, sokak dilinin, kentlerde gecekondu mahallelerinin, Anadolu’da taşranın on yıllar boyu üzerinde oluşmuş ve bir şekilde kanıksanmış baskıdan kurtularak büyük bir hızla ortaya çıkan ve dokunduğunu da kendisiyle değiştirişini anlamaya ve anlatmaya çalışıyor yazar. Resmi devlet ideolojisinin o zamana kadar baskıladığı, yok saydığı, dile getirenleri hapislerde süründürdüğü tabuların; yok sayılan kürtler, kadınlar, farklı cinsel kimliklerin ortaya çıktığı ve konuşula bildiği, çeşitlenen basının özel hayata yöneldiği, her şeyin hızla tüketildiği, para kazanmanın bir numaralı değer haline geldiği bir dönem.
Benzer Videolar