Ana Sayfa GÜNDEM, KÖŞE YAZILARI 31.07.2023 274 Görüntüleme

AV. İRFAN SÖNMEZ’İN KALEMİNDEN

İSLAM VE SİYASET

Din – siyaset ilişkisi öteden beri  “nasıl bir siyaset” sorusuna cevap arayanların ilgi odağı olmuştur.

Sorunun cevabı, daha çok dört halife dönemi ve sonrasında kurulan devletlerde aranmıştır. Emevi dönemi uygulamaları ile İslam arasında kurulmaya çalışılan ilişki çoğu zaman olumsuzdur. Muaviye’nin halifeliğinden başlayarak sonraki dönem uygulamalarını ne bütünüyle İslam’la ilişkilendirmek ne de bütünüyle İslam’dan soyutlamak mümkündür.

Nagihan Doğan, İletişim Yayınları arasında çıkan,”Dinin İktidarı, İktidarın Dini” isimli çalışmasında bu sorunun cevabını Abbasiler döneminde arayarak bulmaya çalışmış.

Yazar kitabına,” bugün din etiketi yapıştırılan birçok düşünce, gelenek ve teorinin dinle değil ancak tarihsel olgularla izah edilebileceğini” (s.18)söyleyerek başlıyor. Gerçekten de bugün din etiketi yapıştırılan birçok toplumsal kabul ve pratiğin arkasında din değil, uygulana uygulana kutsallaştırılmış -tarihsel- durumlar vardır. Sahih bir din anlayışının oluşturulması her şeyden önce dinle gelenek arasında sağlıklı bir ayrımın yapılmasına bağlıdır. Günümüzde dinden kopuşların sebeplerinden biri, tarihsel olanın şimdinin ihtiyaçlarına cevap vermemesi, dünün bugüne yetmemesi,  dünün sosyal ve siyasal ihtiyaçlardan kaynaklanan üretimlerinin  din gibi mütalaa edilmesi  yüzündendir.

Emeviler, iktidarlarını meşrulaştırmak için kader teorisini(cebriye) kullanmış, iktidarlarını Allah’ın takdirine bağlamışlardı. Aynı teori, belki daha az yoğunlukta Abbasiler tarafından da kullanılmış,iktidara sahip olma Allah’ın takdiri olarak nitelenmiştir. Doğan, Abbasilerin iktidara gelişini Emevilerin mevaliye karşı tutumunun yarattığı tepki ve Abbasi propagandasının bu sınıf üzerinde yarattığı etki ve  onlardan alınan desteğe bağlar.(37) Süreç boyunca Emevilerin- dinsizliği- vurgulanarak taraftar toplanmıştır.(s.83)  Bu dönem aynı zamanda Emevi dönemi boyunca  imamet konusunda Hz.Ali’ye verilen desteğin, imamın otoritesini ve ayrıcalıklarını dini argümanlara bağlayarak mezhepleşme yoluna girdiği dönemdir.(s.48)

Abbasi ihtilali peygamber soyundan(Ali oğullarından) bir kişiyi hilafete getirmek üzere başlar. Temel gerekçe Peygamber’e Emevilerden daha yakın olmak ve yönetimin kendi hakları olduğudur.Ancak ihtilal başarıya ulaşır ulaşmaz hz.Ali ailesi dışlanarak yönetimi Abbas oğulları ele geçirir.”İhtilaller kendi çocuklarını yer kuralı” bir defa daha işlemiştir. İhtilalin lideri, Abbasilere iktidarı hediye eden Eba Müslim de dostça saraya çağrılıp infaz edildi. 

İktidar ele geçirildikten sonra Emevilerin yaptığını Abbasiler de yapar, “Allah,Abbas ve çocuklarının bedenine cehennem ateşini haram kılmıştır.” bu amcam(Hz.Abbas) kırk halifenin babasıdır,Kureyşin en iyisidir”(s.73) gibi uydurma hadisler dolaşıma sokulur.Bu hadislerle hem Abbasi hilafeti meşrulaştırılır hem de hilafetin Ali oğullarının hakkı olmadığı vurgulanmış olur.(s.78)

Kitapta  özellikle tasavvufi çevrelerde yaygın olan Mehdi-Süfyani beklentilerine de açıklık getirilir. N.Doğan konuya şu şekilde açıklar: Emeviler döneminde Hilafetin idaresi  Emevi ailesinin Süfyani(Ebu Süfyan oğulları) kolundan Mervani koluna geçince, Süfyani ailesinden birinin (Süfyan ya da Süfyani el Muntazır) tekrar başa geçeceğine dair haberler/hadisler üretilmişti. Süfyani beklentisi Abbasiler döneminde bir dizi isyanı bile tetikledi…Abbasi çevreleri bu beklentiye Süfyani figürünü şeytanlaştırarak cevap verdiler.Onu cinayet, Müslümanları esir etme,kadınların karnını deşme,din alimlerini katletme gibi kötü fiiller işleyecek, yeryüzüne adalet dağıtmak üzere geleceği umut edilen mehdiye karşı savaşacak deccale dönüştürdüler.Başka deyişle  apokaliptik (kıyamet edebiyatı) gelenekte Süfyani, Emevi ailesinin Süfyani kolunun mehdisi iken gerçek mehdiye karşı savaşacak dinsiz bir düşman haline geldi.(s.87-89)

İslam bir devlet hedefi veya biçimi vazetmiş midir sorusu, din siyaset ilişkileri irdelenirken üzerinde en çok durulan konudur. Hedeflemiştir diyenlerin gerekçesi, Kuran’da bazı suçlarla ilgili olarak geçen (Cinayet, zina,hırsızlık gibi) cezalardır. Bu cezaların ancak devlet olmakla tatbik edilebileceğini düşünen bazı çevreler İslam’ın devletleşmeyi hedeflediğini savunmuşlardır. Yazara göre ise “Müslümanlar şeri bir gereklilik olduğunu düşündükleri için değil, basitçe cemaatin birlik,uyum ve muhafazası için devletleştiler...Ebu Bekir vahiy ya da hadis kanalıyla ulaşan ilahi bir buyrukla değil,pratik nedenlerden dolayı cemaatin başına geçti…Hilafetin ortaya çıkışı nasla ilgili bir mesele olmamakla birlikte,sonradan onu saf dini bir kurum olarak gören bir anlayış gelişti… Bu anlayışın, hükümdarın ilahi onaya sahip olduğu Mezopotamya ya da spesifik olarak antik İran geleneğinden devralındığı sıkça zikredilr ve bunun bilhassa Abbasiler için geçerli olduğu düşünülür… Nitekim din ve mülk ikiz kardeştir   söylemi İran siyaset düşüncesinden ödünç alınmıştır.”(s.143) Bu, yönetenlerin de işine gelmiştir,dinle irtibatlandırılmak,  muhaliflerine karşı harekete geçme hususunda halifeye hem  dini ruhsat vermiş, hem de ona karşı ayaklanmak, Allah’a  karşı gelmekle eş  tutularak ellerini güçlendirmiştir.

Nagihan Doğan, imamın  liderliğini tanrısal seçime  dayandıran Şii imamet nazariyesinin aksine ,Sunni siyaset düşüncesinde halifenin seçimle iktidara geldiğinin farz edildiğini ama seçimi yapanların halk değil ehlü’l -hall vel-akd denilen sınıf olduğunu belirtir. Ancak  hiç bir zaman böyle bir seçici kurul olmamış en azından varlığı formaliteden öteye geçememiştir. Kuran ve sünnet de böyle  bir sınıfın varlığına gerekçe olacak bir nass ortaya koymamıştır. Yöneticilerin seçimini bir sınıfa bırakmak,bu sınıfın dışında kalanları reşit olarak görmemek anlamına geldiği için İslam dünyasında bir demokrasi kültürünün oluşması mümkün olmamıştır.Bunda biat prensibinin zamanla değişime uğramasının payı büyüktür. Sunni düşüncede biata bağlı kalmanın şartı, halifenin şeriata bağlı kalmasıdır. Ancak zamanla bu şart terk edilmiş, kayıtsız şartsız itaat doktrinine geçilerek,(s.174)halife zalim de olsa fasık da olsa itaat edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Din alimlerini bu çizgiye iten fitne tabiriyle ifade edilen  isyanlar ve bunun sebep olduğu hizipleşmenin Müslümanlar üzerinde yarattığı etkiydi.Sonunda  cemaatin birliğini sağlama,  idarecilerin zulüm ve adaletsizliğini engellemeye tercih edildi… Gerçekte halifenin cemaatin rıza ve onayı ile iş başına geleceği ve günahkar bir hükümdara itaat mecburiyetinin olmadığı düşüncesi  hiç bir zaman uygulanmadı.Şii imam uygulamada değil ama tanım gereği,sunni halife ise tanım gereği değil ama uygulamada tam bir otokrattı.(s.175)

Kitapta Abbasi hükümdarı  Me’mun döneminde başlayan Kuran’ın mahluk olup olmadığı(Mihne ) tartışmalarına da yer verilmiş.Yaza,r hadisçileri takibat altına almanın onların otoritesini sarsma maksadına matuf olduğunu belirtir. Çünkü  hadisçilerin bir alimin ne kadar muteber olduğunu belirlemeye yönelik çalışmaları, pek çok kelamcının dini konularda görüş bildirme ve hadis rivayet etme ruhsatını ellerinden almakta, din adına konuşma neredeyse hadisçilere tekeline alınmaktaydı.Öyle ki Ahmed b.Hanbel,sadece Kuran’ın yaratılmış olduğunu iddia edenleri değil,onları tekfir etmekten imtina edenleri de tekfir ediyor, onlar için Allah düşmanı,zındık, kafir gibi ifadeler kullanıyordu…Bunun anlamı, Kuran, sünnet ve icma dışında her türlü beşeri  çıkarımın değersiz olduğuydu.(s.302) Bu aynı zamanda kitap, sünnet ve icmada cevabı olmayan şeyi yok farzetmekti. Ahmed b.Hanbel sorgulanırken de Kuran veya sünnette yer almayan bir konudan bahsedildiğinde verdiği cevap; bu nedir bilmiyorum şeklinde hep aynı olmuştu.(s.301) İslam dünyasında felsefenin gelişmemesiyle ilgili çalışmaları belki de hadisçilerin bu -aklı önleyici-tavırlarından başlatmak gerek. 

Kısacası yazara göre,İslam dünyasında yaygın olan din-siyaset özdeşliği,- İslami kaynaklardan ziyade Müslümanların tarihsel tecrübeleri ile ilgili bir konudur.İslam bir devlet ve hükümet biçimi  şart koşmadığı gibi siyaset konusunda da çok az şey söylemiştir.İslam’ın siyasal bir din olarak anlaşılmasının sebeplerinden biri, Müslümanların din ve devletin iç içe olduğu Sasani imparatorluk geleneğini miras almaları ve evrensellik iddiasında bulunan bir imparatorlukta dinin etnik ve kültürel bariyerleri kaldırmanın  ve -din alimlerinin yardımıyla- tüm dikkati yöneticiye sadakate çekmenin en etkili yolu olmasıdır.

 

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Tema Tasarım | Osgaka.com