Son yıllarda Müslüman düşünürlerin en çok kafa yordukları konuların başında ‘hangi yönetim tarzının İslam’a daha uygun’ olduğu sorusu geliyor. Bu bağlamda, demokrasi ile İslam arasında şura ve danışma prensibinden hareketle ilişki kurmaya çalışılıyor.
Sudan’da Abdülvahap El Efendi, Moritanya’dan Şankıti, İran’da Şebüsteri ve Fas’ta Cabiri gibi düşünürler bu düşüncenin öncülüğünü yapan isimlerin bazıları…
Bu konunun gündemleşmesinin iki önemli sebebi var: birincisi, İslam dünyasının geriliği, Batı’nın refahı, istikrarı, zenginliği karşısında İslam dünyasının içinde bulunduğu sefalet ve içler acısı hali.
İkinci sebep ise, İslam dünyasına hâkim olan totaliter yönetimler…Dinin her türlü zulüm, adaletsizlik, hukuksuzluk karşısında bir susturucu olarak kullanılması…
Türkiye’de de bu yönde çalışmalar yürüten, eserler veren birçok isim var. Ama bu isimlerin yeterince etkili olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Bunda -din adamlarının- itibar kaybı ile iktidarı elinde tutanların ellerindeki kamu gücünü paylaşmak istememelerinin payı büyük.
Bu ve benzeri konular konuşulurken öncelikle şu sorunun gözden ırak tutulmaması gerekir: Her konuyu İslam’la irtibatlandırmaya çalışmak ne kadar doğru?
Bu, İslam’ın akla hiçbir alan bırakmadığı ve kıyamete kadar olabilecek her değişim ve dönüşüme önceden cevap verdiği anlamına gelir. Her konuyu dinde aramak dindarlık gibi gözükse de gerçekte bu akıldan ve dolayısıyla toplumsal gerçeklikten kopmaktır.
Oysa doğru olan; zamana, toplumların kültürüne, sosyolojik değişime bırakılan alanlarda zorlama yorumlarla dini referans aramak yerine, İslam’ın tornasından geçmiş bir akılla çağın ruhunu yakalamaktır. Zira, hakkında nas olmayan konularda, akla uygun olan Hakka da uygundur.
Müslüman sokağına demokrasi taşımak isteyenlerden biri de Mehmet Ocaktan.
“Müslüman Sokağında Demokrasi Hayal mi” isimli kitabı bu arayışın bir sonucu…
Ocaktan, “Müslümanlar, her çağın şartları içinde İslam’ın mesajını doğru okuyamadıkları için adaletli ve hakkaniyetli bir yönetim modeli oluşturamadıklarını“(s.25) söylüyor.
Bu doğru bir tespit, çünkü Müslümanlar, çağa göre düşünmenin yerine, geçmiş çağlara göre düşünen fakihlerin, alimlerin düşüncelerini iktibas ederek, günün sorunlarına çare bulabileceklerini sandılar. Her gün yeniden düşünmek yerine, geçmişi taklit etmeyi tercih ettiler. Fakihlerin kendi dönemlerine ışık tutan fetvalarını bugüne taşıdılar. Dünyanın değiştiğini, eski ile hal arasındaki uçurumun ne kadar açıldığını görmediler. Onun için din diye geçmişten tevarüs ettikleri dini reçeteler bugünün sorunlarına cevap olamayınca da bazıları inançlarından şüpheye düştü, bazıları daha doğru bir yol tutarak dikkatini düne değil, bugüne çevirdi. Bu da onları demokrasiye götürdü. Yazar, bugüne çare olmayacak dünün fetvalarından örnekler de veriyor: mesela: “kim iktidarı ele geçirirse geçirsin meşru idareci odur diyen Gazali ve Maverdi’nin bu görüşlerinin bugün despotizmi meşrulaştıracağını ” söyleyerek eleştiriyor.(s.92) Bu fetvaları din diye takdim etmenin, günümüz insanında yaratacağı -din tahribatına- işaret ediyor. Çünkü, akla aykırı olanı zorla din diye kabul ettirmeye çalışmak, insanı ya akıldan yahut dinden koparır.
Ocaktan, İslam’ın bir yönetim tarzı vazetmediğini söylüyor. Bu neredeyse İslam alimlerinin ortak görüşü. Şanlı Peygamber’in sahih sünnetinden hareketle bir siyasi düzen çıkarmak mümkün değil. O zaman olmayan ve bugüne ait olan bir şeyi, o zamanda aramak toplumsal değişimi görmemektir. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, bugünkü anlamda bir milliyetçilik anlayışını, demokrasiyi veya millet kavramını o günün toplumunda göremezsiniz. Bunlar son iki üç asrın ortaya çıkardığı kavram ve sosyal yapılardır.
Peki, İslam yönetim için bir şey söylememiş midir? Ocaktan, “İslam her zaman, her yerde uygulanabilecek genel ilkeler belirlemiş ve bu ilkeler ışığında çağın şartlarına göre diğer konuları belirlemeyi Müslümanlara bırakmıştır.”(s.25) diyor ve o genel ilkelerin adalet, şeffaflık ve liyakat olduğunu belirtiyor. Öyleyse Müslüman aydınların yapacağı bu üç ayak üzerinden bir yönetim modeli inşa etmektir. Bu yapılabilmiş midir? Ne yazık ki, bu soruya müspet bir cevap vermek mümkün değil. Çünkü, Ahmet Akbulut’un ifadesiyle; “Kuran’ın mesajı, Müslüman Kültürünün kurbanı olmuş,”(s.31)ilimle din çatıştırılmıştır.(s.37)
Çalışmada, hakikati ikbal ve menfaate feda eden din adamlarına N.Topçu’nun ağzından sert eleştiriler yöneltilir:”…dünyada siyaset yapmayacak iki kuvvet varsa biri din, öbürü ilim olmak lazım gelirken, din ve ilim adamlarının siyasete gönül vermeleri, dünya hakimiyetini parmağındaki yüzük gibi kullanan Yavuzların, huzurunda eğildiği ilim ve din adamlarını, sonraları en sefil vicdanlara uşak yapmıştır.”(s.38) Bugün de öyle değil mi? Muktedirlerin sofrasına oturup, onların çıkar ve ikballerine göre fetva üreten -Allah’ın dinini dünya metaı karşılığında- satan bir sürü din taciri hoca yok mudur?
Ocaktan, kitabında birçok İslam düşünüründen alıntı yaparak demokratik bir yönetimin İslam’a uygun olduğunu, hatta bugün için elzem olduğunu anlatıyor. Bunlardan biri de Sudan’lı Abdülvahap el-Efendi’dir. El-Efendi,” Bugünün Müslüman’ı için ideal devlet ya da herhangi bir zamanda ideal İslam devleti demokratik olmak zorundadır.” der.(s.54) “Ancak İslam, yaşadığımız çağın diline tercüme edilemediği için devlet yönetimi de soyut bir ahlak kavramı üzerinden okunmaya çalışılmış, devleti yönetenlerin ahlaklı olması durumunda başka bir denetleyiciye ihtiyaç duyulmamıştır. Peki ya yönetenler ahlaklı olmazlarsa onları kim denetleyecektir?”(s.61) Yazar burada, denetimin sadece onların ahlak anlayışına bırakılamayacağını, başka ve hukuki denetim mekanizmalarının olması gerektiğine dikkat çekiyor. İşte demokrasi denetim mekanizmaları ile bunu yapar, yöneticiyi kendi insafı ve vicdanıyla kendisini denetlemesini yeterli görmez.
Dinin nasıl istismar edildiğini, eleştiriden kaçmak için nasıl kullanıldığını Ocaktan, yine A.Akbulut’tan aktarma yaparak şu şekilde açıklar: “gerçek odur ki bütün İslam fırkalarında siyasi kanaatler, din boyası ile boyanmıştır. Tenkitten kurtulmanın en kestirme yolu budur. Çünkü inançları eleştirmek kolay değildir. Bir düşünce yanlış da olsa, inanç haline gelmediği sürece tehlike teşkil etmez…” Onun için her fırka siyasi düşüncelerine dini bir kılıf geçirmiş, böylece hem eleştiriden kurtulmuş, hem de toplumu iğfal etmiştir.
Ocaktan kitabında sı sık rasyonel akla dikkat çeker, İslam düşüncesinin dünün kelepçelerinden kurtulup bir türlü bugüne gelmediğinden yakınır. Ancak demokrasi, özgürlük ve adalet savunusu yaparken kimi konularda –eskinin alışkanlıklarına- takılır. El-Efendi’den hareketle olayları ümmet birimi üzerinden okur. Kültürel farkları, çağın ruhunu savunurken, milleti ıskalar. Oysa millet veya ulus ümmetin karşıtı değil, onu işlevsel hale getiren sosyolojik bir gerçeklik ve bugünün kurumudur. Milletin karşıtı kabileleşme, etnik parçalara bölünmedir. Hem bir büyük birliği savunup hem de onu tahkim edecek, bir kavramı görmezden gelmek bir eksikliktir. Millet olamayanlar ümmet olabilirler mi? El-Efendi’nin Sudan’ı milletleşemediği için Güney Sudan’ı kaybetti. Kaldı ki, demokratik yönetimler en çok milletleşmiş toplumlarda yaşayabiliyor. Demokrasi, ile millet ve ulus-devletin neredeyse aynı zamanda ortaya çıkışı bu gerçekle alakalıdır. Kabilelere, etnik parçalara ayrılmış, asabiyelerin yarıştığı veya çatıştığı toplumlarda demokrasiyi yaşatmak zordur. Demokrasi, kendine en uygun zemini, milletleşmiş toplumlar ve ulus-devletlerde bulabilmektedir. Demokrasiyi savunurken millet olmayı ihmal etmek demokrasiyi yaşayacağı zeminden mahrum etmektir. Katılmadığım bu konu dışında, Ocaktan’ın eserinin önemli bir konuya parmak bastığını söyleyebilirim. Çalışmada kader, hilafet, biat ve gelenek gibi konularda da önemli bilgiler verilmiş. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere yazar, Müslüman mahallesine demokrasinin gelip gelmeyeceğini bugünün Müslüman’ına bakarak,”...Geleneksel İslami ilimlerin sunduğu öğretiye sadık kalındığı mmüddetçe -imdilik -zor,”(s.160)görmektedir. Bütün mesele, geleneğe takılmadan bugünün aklıyla İslam’ı ve çağı yeniden anlamaktır. Akıl ve özgürlüğü boğan hiçbir yönetim tarzının toplumu ileri götürme şansı yoktur.