DOLAR 42,7300 0.07%
EURO 50,1394 -0.12%
ALTIN 5.954,280,77
BITCOIN 37402610.74818%
Elazığ

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

SOSYAL MEDYADAN DAĞITILAN YARGI 

SOSYAL MEDYADAN DAĞITILAN YARGI 

ABONE OL
17 Aralık 2025 11:22
SOSYAL MEDYADAN DAĞITILAN YARGI 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Günümüzde sosyal medya platformları, yalnızca kişisel paylaşımların yapıldığı mecralar olmaktan çıkarak, topluma çok daha kapsamlı hizmetler sunmaya başladı. Artık gazetelerden uzaklaşan geniş bir kitle, haber alma ihtiyacını da büyük ölçüde bu platformlar üzerinden karşılıyor. İnternet siteleri dahil pek çok kaynak geride kalırken, bilginin en hızlı yayıldığı alanlar olarak sosyal medya platformları ön plana çıkıyor. Gelişen ve değişen dünya düzeninde haberlerin bu denli süratle yayılması, halkın haber alma hakkına ciddi katkılar sağlasa da, bu durum bazen olumsuz sonuçlarda doğurabiliyor.

Özellikle Türkiye genelinde ses getirecek birçok davanın yargı sürecini artık nerdeyse sosyal medya kitlesi yönlendiriyor. Bu durum  bazen olumlu bazen de olumsuz neticelere yol açıyor. Bunun en büyük örneklerini Narin Güran cinayetinde, Dilan ve Engin Polat davasında hatta Rojin Kabaiş cinayetinde görmüş olduk. Öncelikle Narin Güran cinayetini ele aldığımızda minicik bedeni ile katledilen Narin’in kaybolmasının ardından sosyal medya platformları üzerinden yapılan yorumlamalar ile birçok senaryo yazıldı. Aile fertlerinin tamamı zan altında bırakıldı ve yargı süreci boyunca herkes suçlu görüldü. Oysaki hukuken  suçu ispatlanmayana kadar herkes masumdu. Çünkü  “masumiyet karinesi” gereğince bir suç isnadında bulunulan kişinin onuru,  itibarı ve kişilik haklarının korunması gerekir. Bu ilkeye göre, suçluluğu mahkeme tarafından kesinleşmiş bir karar ile ispat edilene kadar, insanlar ve hakkında suç isnadında bulunulan kişiler suçsuz kabul edilir. Ancak son zamanlarda sosyal medya da hızla yayılan bilgilerin doğruluğu dahi teyit edilmeden kişi insan topluluğu içinde yargılanıp daha sonra hukuki sürece dahil ediliyor. Doğru yada yanlış her bilgi çok kısa sürede yayılarak hem zan altında bulunan kişinin kişilik haklarının zarar görmesine neden oluyor hem de yargı süreci bir baskı altında görülüyor.

Özellikle yüksek profilli davalarda, taraflar daha savcı ve hâkim karşısına bile çıkmadan, sosyal medyada kurulan “mahkemelerde” yargılanıyor. Hashtag’ler eşliğinde verilen hükümler, Twitter’ın TT listelerinde adeta infazlara dönüşüyor.

Ne var ki, adli makamlar tarafından yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar sonucunda, sosyal medya mahkemelerinin kanaatleriyle örtüşmeyen kararlar çıktığında, toplumun adalet sistemine olan güveni sarsılabiliyor. Bu durum, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunu yeniden tartışmaya açıyor. Bu konuda görüş bildiren Uzmanlar sosyal medya üzerinden oluşan kamuoyu baskısının mahkemelerin sağlıklı karar alma süreçlerini doğrudan etkileyebileceğini belirtiyorlar. Hatta bu durumun yargının bağımsızlığını tehlike altına sokabileceğini ifade ediyorlar.

Linç kültürü yargının kendisini gölgede bırakıyor

Özellikle her geçen gün daha büyük bir güce sahip olan linç kültürü kısa sürede büyüyen bir çığa dönüşebiliyor. Linç kültürü, yalnızca bireylerin değil, kamu görevlilerinin, gazetecilerin ve hatta hukukçuların bile hedef haline gelmesine neden olabiliyor. Oysa ifade özgürlüğü ne kadar kıymetliyse, bir bireyin onurunu, saygınlığını ve hukuki güvencelerini korumak da en az o kadar önemlidir. Sosyal medyada yükselen her sesin adalet adına çıktığı varsayımı, zamanla adaletin kendisini gölgede bırakabiliyor. Çünkü duygularla şekillenen bu dijital infazlar, çoğu zaman sağlıklı ve objektif değerlendirmelere değil, öfke ve tarafgirliğe dayanıyor.

Bu noktada medyanın da sorumluluğu büyüktür. Geleneksel medya, sosyal medya kaynaklı bilgi akışını doğrulamadan yayına taşıdığında, dezenformasyonun etkisi katlanarak büyüyor. Bu da halkın zihninde oluşan algının, gerçekliğin çok ötesine taşınmasına neden oluyor. Hukukun temel ilkeleri olan adil yargılanma, tarafsızlık ve masumiyet karinesi; toplumun geniş bir kesimi tarafından göz ardı edilir hale geliyor.

Bazen de olumlu sonuçlara neden olabiliyor

Ebetteki dezavantajları olduğu gibi avantajları da var. Bundan yıllar önce Doğu’nun ya da Batı’nın en ücra köşesinde katledilen, tacize veya tecavüze maruz kalan yada şiddet gören birçok kişi toplum içerisinde bilinse de ses yükseltemiyordu. Ancak şimdi ise kısa sürede yayılan görüntüler yetkililerin harekete geçmesini ve daha hızlı müdahale edilmesini sağlıyor. Ayrıca statü farkı nedeniyle gizlenmeye  çalışılan dosyalar bu baskılar nedeniyle göz ardı edilmeyebiliyor.

Ancak, bu noktada ince bir çizgi bulunmaktadır. Sosyal medyanın sağladığı bu hızlı farkındalık gücü, bilinçli ve sorumlu bir şekilde kullanıldığında adaletin gerçekleşmesine katkı sunabilirken, kontrolsüz şekilde yönlendirildiğinde tam tersine adaletin tecelli etmesini de engelleyebilir. Bu nedenle toplumsal bilincin, dijital çağın sunduğu bu yeni güç karşısında doğru şekilde şekillenmesi büyük önem taşımaktadır.

Sosyal medya kullanıcılarının, her gördüğü bilgiye temkinli yaklaşması, doğruluğunu teyit etmeden paylaşımda bulunmaması ve kişisel yorumlarını bir “yargı kararıymış” gibi sunmaması gerekir. Çünkü unutulmamalıdır ki, bir tuşla yapılan paylaşımlar, bazen bir insanın hayatını, itibarını ve hatta özgürlüğünü geri dönülmez biçimde etkileyebilir.

Bu nedenle bireylerin yanı sıra medya kuruluşlarına, gazetecilere ve kanaat önderlerine de önemli görevler düşüyor. Haber değeri taşıyan her olay, topluma sunulmadan önce teyit mekanizmalarından geçirilmeli; haber dili özenle seçilmeli ve yargı süreci devam eden olaylarda kamuoyu yönlendirilmemelidir. Gerçek gazetecilik, en hızlı olmak değil, en doğru bilgiyi, en etik biçimde paylaşabilmektir.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP