07 Ekim 2025 Salı
ELAZIĞ TSO'DAN DEVA PARTİSİ'NE ZİYARET
Cezmi Orkun yazdı. Ölü Pire...
Semih Işıkver'den Elazığspor’a Dev Prim Desteği: “Bizler İnandık, Siz de İnanın!”
Av. Dr. İrfan Sönmez'in kaleminden....Bir fotoğrafın düşündürdükleri…
Букмекерская Контора «париматч»: Обзор Компании И Ее Особенностей
Mustafa Gümüş Özbay'ın Kaleminden.....
Yeni Yasama yılının açılışında bazı liderlerin Erdoğan’la verdiği resim farklı tepkilere neden oldu.
Bazıları bunu- Saraya yanaşma arzusu-olarak gördü,muhalefet liderlerine ağır eleştiriler yöneltti.
Fotoğrafta bulunanlar olayın gerçek yüzünü anlatsalardı muhtemelen bu tepkilerin çoğu olmayacaktı.
Doğru analiz yapabilmek için önce olayı doğru anlamak gerekir.
Bir defa davet sahibi Erdoğan değil, meclis başkanı Numan Kurtulmuştu.
Davetin böyle bir resim alma amacı taşımadığı şuradan belli; muhalefet liderleri salona girdiklerinde oturacak yer bulamıyorlar. Numan Kurtulmuş kendi sandalyesini Davutoğlu’na veriyor, Babacan için de bir sandalye getirilip yanına konuluyor, Fatih Erbakan ise yer bulamadığı için çıkıp gitmez zorunda kalıyor.
Fotoğrafın hikayesini GP grup başkanı Selçuk Özdağ açıkladığı için teferruata girmiyorum. Demekki, davette Liderlere yönelik bir tezgah yok.
Ancak basına servis edilen resim için aynı şeyleri söylemek mümkün değil.
Resmi servis edenler, muhalefet liderleri ile CHP ve kendi tabanları arasında bir güven bunalımı yaratmak istemiş olabilirler, eğer amaçları buyduysa bunda başarılı da oldular. Liderlerin sosyal medya hesaplarına yapılan yorumlara bakıldığında bunu görmek mümkün. PKK komisyonuna girip onun siyasi kanadı ile halvete girenleri eleştirmeyenler hiç bir siyasi yanı olmayan bu fotoğrafı eleştiriyorlar. Bu açıkça bir çifte standart ve partizanlık kaynaklı körlüktür.
Diğer taraftan vatandaşın bu konudaki endişelerinde haksız olduğu da söylenemez,zira yakın geçmişte yaşananlar – bu korkuyu tetikliyen örneklerle dolu. Sadece şu son birkaç ay içinde AKP’ye geçen milletvekilleri ve belediyeler bile bu korku ve tepkileri anlamak için yeterlidir.
Tepkilerin hepsini aynı kefeye koymak elbette mümkün değil, bir kısım muhalif seçmen aynı şeyleri bir defa daha yaşamak istemiyor, tepkileri ile bu niyette olanları frenlemek istiyor olabilir. Bu haklı hassasiyeti de gözardı etmemek gerekir.
Bu olay, muhalif seçmenlerin – liderleri- nerede ve nasıl görmek istediklerini ve AKP karşıtlığının parti sadakatini aştığını gösterir.
Tepkilerin tercümesi , liderlere “siz gitseniz bile biz gitmeyeceğiz, asla o şemsiyenin altına girmeyeceğiz” mesajıdır.
Ancak bu tepkilerden iktidarın da alması gereken dersler var; siyaset bir savaş değil, partiler de – birbirine düşman- odaklar değildir.
Tepkilerin bir fotoğrafa tahammül edemeyecek boyutlara varması, Erdoğan’ın üslubu ve siyaset tarzı ile ilgilidir. Uzun yıllardır muhalif seçmene ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor.
Biraz ileri giden yargı sopası ile dövülüyor.
İktidar, yandaşa farklı, muhalife farklı davranarak,muhalif seçmeni kendi devletinin karşıtı durumuna düşürüyor.
Mülakatlar yoluyla muhalif seçmenin çocuklarına devlet kadroları kapatılıyor. Bu da haksızlığa uğramışlık duygusunu her gün biraz daha derinleştirip, muhalefeti daha çok biliyor. Dolayısıyla gösterilen tepkiler adaletsizliğedir.
Haksızlığa, kayırmacılığa, insan yerine konulmamayadır. Tepkiler, Türk vatanına ortak aramaya,vatandaşı aç sefil bırakan kötü yönetimedir. Bu “bizden ondan” düzeni devam ettiği takdirde yarın iktidar değişikliği bile bu kitleyi tatmin etmeyecek, devri sabık yaratılmasını isteyecektir. Şunu unutmayalım; rüzgar eken fırtına biçer! Bu tepkiler işte o fırtınanın habercisidir.
Çok iddialı bir söz olacak ama “adaletin olmadığı yerde din de yoktur.”
Bir din, adaleti, doğruluğu emretmesine rağmen, uygulamada bu yoksa, o ülkede din sadece bir propaganda aracından ibarettir. Dahası, adaletle devlet arasındaki ilişkidir, devletin güç kullanma hakkına sahip olması adalet ve toplum güvenliğini sağlamak içindir.
Zayıfın hakkını kuvvetliden alabilmek için, o kuvvetliden daha büyük bir kudrete sahip olmak gerekir. Devlete o kudret onun için verilir. Bu işlevini yerine getirmediği takdirde meşruiyeti tartışılır hale gelir.
Ayşe Barım, bir sanatçı menajeri, ekranlarda gördüğümüz birçok sanatçı onun şirketine bağlı olarak çalışıyor.
Barım, önceki gün ev hapsi tedbiri ile tahliye edildi. Bir gün sonra Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı ile tutuklandı. Benzer bir olay Kavala dosyasında da yaşanmış, Kavala hapishane kapısından geri çevrilmişti.
Barım davasında ihbarcı olan kişi, Barım’ı tanımadığını, herhangi bir eylemine tanık olmadığını, sosyal medyadaki iddialara bakarak ihbarda bulunduğunu söyledi.
Bir dosyada tek delil buysa bir kişiyi hürriyetinden etmek en hafif tabirle vicdansızlıktır.
Bir mahkemenin bıraktığını başka bir mahkemenin tutuklaması – yargının- ne hale geldiğinin açık bir göstergesidir. Aynı davada, aynı delillerle iki farklı kararın çıkması mahkemelerden birinin hukukla değil başka saiklerle hareket ettiğini gösterir. O saik, siyasetin yargı üzerinde kurduğu vesayettir.
Aynı siyasi tutumu CHP’ye yönelik operasyonlarda da görmek mümkün. Kurultay ve Kayyum davasında YSK başka bir şey söylüyor, mahkeme başka bir şey söylüyor. Son olarak Ankara Büyükşehir Belediyesine operasyon yapıldı. İddia, bazı konser organizasyonlarında yolsuzluk yapılarak görevin kötüye kullanıldığıydı. Müfettiş raporuna göre 145 milyon.TL kamu zararı oluşmuştu.
Bu operasyonun hak ve adalet temelli olmadığını söylemeye gerek yok. Eğer temel çıkış noktası adalet olsaydı sadece dinazorlu parkla bunun tam 7 katı kamu zararına neden olan Melih Gökçek’in şimdi sanık sandalyesinde olması gerekirdi.
Onca suç duyurusuna, Savcılığa sunulan dosyalara, Sayıştay raporlarına rağmen, Gökçek hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Çünkü Gökçek, yaptığı işlerin hiçbirinde yalnız değildi, ne yaptıysa üstündekilerle birlikte yaptı. İçeri alınınca konuşacağını bildiklerinden onu yargıya teslim etmeyerek aslında ondan çok kendilerini koruyorlar.
17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını hatırlayın, olaya karışan bakanlar Yüce Divan’a gönderilecekken” üstümüzdekileri öteriz” dedikleri için AKP grubu gönderilmeme yönünde oy kullanmıştı. O gün meclis, onlarca delil ve belgeye rağmen adaleti, hukuku askıya almış, dört bakanın yargılanmasını engellemişti.
O olaydan sonra iktidarın kimyası iyice bozuldu, bütün gücünü – yargıyı- kendi vesayeti altına almaya teksif etti. İşte bugün ortaya çıkan tablo 17/25 Aralık’ın yarattığı travmanın neticesidir.
Adalet nutukları atmak kolaydır, zor olan aleyhinize de olsa adil olmaktır. Bunun yolu yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığıdır. Olayları şahsileştirip toplumun bazı kesimlerine düşman muamelesi yapmamaktır.
Hukuk kimsenin kimliğine, siyasi görüşüne bakmaz, iş ve eylemlerine bakar. Bugün bazı yerlerde yargı, muhatabının siyasi kimliğine bakıyor, onun için de verdiği kararlar inandırıcı ve adil bulunmuyor. Tarafsız bir yargı gözünü sadece muhalefete dikmez, yasaları çiğneyen herkese diker. 17/25 Aralık’ın üstünü örtmez, Gökçek ve öteki Belediyelerin yaptıklarına kör olmaz.
Suçluyu cezalandırır, mağduru korur. Adamına veya partisine göre yargılama yapmaz. Bugün Ayşe Barın ve benzeri birçoklarına yapılan budur.
Hukukta bizden olmayan suçludur diye bir yasa yoktur. Dindarlık, devlet işlerinde adaleti temel almayı gerektirir. Son birkaç yıldır adalet, iktidarda kalma adına askıya alındı. “Devletin dini adalettir” sözü unutuldu. Olan Terkiye’ye oldu.
Trump bir bebek katili, İsrail’in işlediği bütün suçların ortağı.
Arkasında ABD’nin olmadığı bir İsrail bu kadar pervasız davranamaz, bu kadar cinayet işleyemezdi.
İsrail’in saldırılarında, çoğu çocuk on binlerce insan öldü. Yüz binlercesinin evi yıkıldı, ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Dünya, İsrail’i kınamaktan başka bir şey yapamadı. Onu da Batı dünyasının halkları yaptı, bazılarının siyaset malzemesi haline getirdiği ‘ümmetten’ öyle bir ses bile çıkmadı.
ABD tehdidi insanlığı boğdu, devletleri yutkunmak zorunda bıraktı.
Bu şekilde 21. Asır, tarihte görülmemiş bir soykırıma şahitlik etti.
Şimdi Erdoğan, bu soykırımın bir numaralı sorumlusu ile görüşmeye gidiyor.
Gündemin ne olduğunu bilmiyoruz, medyada daha çok görüşmenin ticari boyutu öne çıkarıldı, Özgür Özel ‘Tramp’la görüşmek için ABD’den Boeing tipi 300 yolcu uçağı alma sözünün verildiğini’ söyledi. Yalanlanmadı.
Bu sadece görüşebilmek için, görüşmede başka nelerin çıkabileceğini bilmiyoruz.
Bir taraftan Erdoğan için -dünya lideri- reklamları yapılıyor öte taraftan Trump’la görüşebilmek için oğlu ile gizlice görüşülerek aracı olması isteniyor, ticari rüşvetler teklif ediliyor.
Bu psikoloji ile başlayan görüşmelerden ülke hayrına bir şey çıkacağını sanmıyorum. “Aç canavara yaltakçılık onun iştahını
Kabartmaktan başka işe yaramaz.” Siz bu fotoğrafı verdikçe, Trump ve Netanyahu daha fazlasını isteyecektir. Sizin zaafınız onların oksijenidir.
Bu ülke Demirel ve Ecevit gibi liderleri de gördü, onlar, yeri geldiğinde gürültü çıkarmadan ABD’ye dikildiler, tehditlerine pabuç bırakmadılar.
Çünkü iktidara bir yere yaslanarak gelmemişler, iktidarı zenginleşme aracı yapmamışlardı. Kargolarında korkacakları, utanacakları bir şey yoktu. Siyasetçi kirlendikçe özgürlüğünü kaybeder, milletinin hukukunu koruyamaz hale gelir. Bütün politikasını, kendini korumak üzerine kurar.
Nitekim her şeyi şahsileştiren kibir siyaseti, ülkeyi telafisi çok zor yüklerin altına soktu.S-400 meselesi, yanlış Suriye politikası, PKK ile kurulan masalar, akıl dışı ekonomi yönetimi, savurganlık, rüşvet, yolsuzluk ve ben merkezli siyaset, bugün yaşanan sıkıntıların en önemli sebepleri olarak sayılabilir.
Şimdi kendi hatamızla düştüğümüz kuyudan rüşvet vererek bebek katili Trump’ın bizi çıkarmasını bekliyoruz.
Üstelik bebek katili Trump’ı İsrail’e verdiği destekten dolayı eleştirirken, bir başka bebek katili Apo’yu affetmeye hazırlanıyoruz. Bu kuyudan çıkayım derken başka ve daha derin bir kuyuya düşmektir. Ne yaman çelişkidir bu böyle?