DOLAR 39,9294 0.36%
EURO 47,0971 -0.07%
ALTIN 4.299,710,12
BITCOIN 43566892.72547%
Elazığ
20°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Av. Dr. İrfan Sönmez

Av. Dr. İrfan Sönmez

27 Haziran 2025 Cuma

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Uyanın ey Mısırlılar..

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Uyanın ey Mısırlılar..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

C.Peguy; “Zorbalık daima özgürlükten daha iyi organize edilmiştir,” der.

Doğrudur, otoriter yönetimler, basını, televizyonu, sosyal medyası ve yargısı ile her zaman muhaliflerden daha iyi organize olurlar.

Muarızlarını bastırmak için her şeyi inceden inceye düşünüp,

hesaplarını ona göre yaparlar.

İktidarda olmanın imkanlarını sonuna kadar kullanırlar.

İktidar değilseler, hukuku arkadan dolanır, hileyi, yalanı siyaset tarzı haline getirirler.

Asla eşit şartlarda yarışmaya yanaşmazlar.

Bu tip organizasyonların bir cephesi yargı/ basın cephesi ise bir başka yanı da ideolojik cephesidir.

İktidarı elde tutmanın en ikna edici yollarından biri – din – siyasetidir. Din patenti altında, topluma en aykırı şeyler bile kabul ettirilir. Bazen bir sarık bir cübbe, bazen bir iki dini kelam yeterlidir.

Nitekim, başkalarına şerefli/ şanlı fakirliği tavsiye edenler, sıra kendi çocuklarına gelince milyon dolarlık saatler ısmarlayabiliyorlar.

Kimse de bu adam ‘ne diyor ama ne yapıyor’ diye sormuyor. Çünkü din ambalajı bu soruyu sormalarına mâni oluyor, sorgulamak yerine aldanmayı tercih ediyorlar.

Din istismarı, sadece içeride yapılmıyor,

Müslümanların bu zaafından dış güçler de haylice yararlanmıştır.

Hindistan’da amaçlarına ulaşmak için Müslümanlar arasında destekçi arayan Almanlar, İmparator Wilhelm’in gizlice hacca gittiğini, Müslüman olduğunu propaganda ederler.

Wilhelm, hacı Wilhelm olunca bol miktarda taraftar da bulurlar.

1798’de Napolyon Mısır’ı işgal ederken;“ Mısır’ı özgürleştirmekten başka amaçları olmadığını belirttiği beyanatına şöyle başlamıştı: “Bismillahirrahmanirrahim…”

Kafkas dağlarından ve Gürcistan’dan getirilmiş olan Memlükler, dünyanın en güzel yerini çoktan beridir zulüm altında tutuyorlar. Fakat her şeye kadir olan Allah artık bu hükümdarlığın son bulmasını emretti.”

Napolyon beyanatına besmele ile başlayarak kapının kilidini açıyor, kendisine biçtiği rolle de, bu kapıdan girmeye çalışıyordu.

Ama ajitasyon bu kadardan ibaret değildi. Beyanatın sonunda; “Ey Mısırlılar! Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız.

Zalimlere, benim buraya gasp edilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah’a Memlükler’den daha fazla inandığımı ve Hazreti Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kuran’ı Kerim’e hürmetkar olduğumu söyleyiniz.” (Koray Demir,Devlet Aklı Kimin Aklı,s.58)

Besmele ile aralanan kapı, Hazreti Peygamber ve Kuran hürmeti ile sonuna kadar açılır. Ama beyanat bu kadarla bitecek değildir.

Padişahımız, efendimizin de bu söyleme ilave edilmesi gerekir: “Ey şeyhler, imamlar ve diğer önde gelenler!

Halka Fransızların da hakiki Müslüman olduklarını ve Osmanlıların şevketli padişahı ile her zaman dost olduklarını söyleyiniz. Amacımız, padişaha asi olan Memlükler’i ezmektir.”

Toplumun kutsal saydığı Allah, Peygamber, Kuran ve Padişah beyanatın içine serpiştirilmiştir. Böylece topluma itiraz edecek bir dayanak bırakılmaz.

Propaganda makinesi iyi çalışır, bu sayede Fransızlar Mısır’da taraftarlar edinirler. Üstelik bu propagandaya kapılanlar dine hizmet ettiklerine bile inanırlar. Sebep dini cehalettir. Hakikat ile yalanı, doğru ile yanlışı, dine uygun olanla olmayanı ayırt edemeyen kitleler sömürgecilere meze olurlar.

Hala Mısırlılar aynı şekilde aldatılmaktadır. Bize de her seferinde, “uyanın ey Mısırlılar” demekten başka çare kalmıyor .

Uyanın ey Mısırlılar!

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez….Bir işkence biçimi olarak cezaevinden cezaevine sevk

Av. Dr. İrfan Sönmez….Bir işkence biçimi olarak cezaevinden cezaevine sevk
0

BEĞENDİM

ABONE OL

CHP’li belediyelere yapılan operasyonlarda tutuklananların bazıları İstanbul dışındaki cezaevlerine sevk ediliyor. Kimi İzmir’e kimi Afyon’a gönderildi. Son olarak Elif Atayman Afyon’a sevk edildi. Bu sevk ve nakiller boşuna değil, amaç ezmek, yıldırmak, teslim almak…Nitekim, Atayman’ın oğlu, annesinin günlerce yerde yattığını söyledi.

Normal olan, tutuklunun suçun işlendiği yerdeki cezaevlerinde kalmasıdır. Başka bir şehre sevk ancak hayati tehlike veya disiplinsizlik halinde mümkündür. Bunlar söz konusu değilken bir kişi yargılandığı yerin dışına sevk ediliyorsa, bu tamamen o kişiyi ezme ve iradesini kırma maksadına matuftur.

Cezaevi ve cezaevinde sevk görmeyenler bir şehirden diğer bir şehire gönderilmenin neresi işkence veya neresi baskı diye düşünebilirler.

Bunun ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu ancak yaşayanlar bilir. Bunu birçok defa yaşayan biri olarak bir hatıramı aktarmakta fayda görüyorum:

80’li yılların sonlarında Diyarbakır cezaevinden Elazığ Cezaevine sevk oldum. Elazığ- Diyarbakır arası sadece bir buçuk saat. Rink aracında Siirt Kurtalan’a bırakılacak bir mahkûm daha vardı. Önce o tutukluyu bırakmak için Kurtalan’a gittik. Cezaevine saat 12.00/13.00 sularında vardık. Aylardan Temmuz, hava sıcaklığı 40 derecenin üstünde. Güneydoğu, ülkenin en sıcak bölgesi.

Bizi sevkle görevli araç komutanı aracı cezaevi önünde açık bir alana park edip mahkûmu teslim etmeye gitti. Bahçede ağaçlar da var, istese aracı gölgelik bir yere çekebilirdi. Ama çekmedi.

Güneş tepeden vuruyor, araç sac olduğu için dışarıda hava 40 derece ise içeride belki 70 derece.

Sıcaktan nefes alamaz duruma geldim, adeta yanıyorum. Aracın mazgal deliğinden komutanın mahkûmu teslim edip çıktığını görünce seslendim; “komutan şu aracı gölgeye çek, boğuluyorum, nefessiz kalıyorum” dedim, hiç oralı olmadı. Dakikalarca seslendim, içerinin alev alev yandığını bayılmak üzere olduğumu söyledim; en küçük bir insani belirti göstermedi. Son çare olarak aracın tabanı tavanından daha az ısındığı için yarı baygın, tabana uzandım.

Komutan İşi bitmesine rağmen bilinçli olarak aracı, -aslında beni-saatlerce güneşin altında bekletti. Artık öleceğimi düşünecek bir noktaya geldim. Geçmişte sporculuk dönemlerimde defalarca saunalarda, hamamlarda kilo düştüğüm için sıcağa karşı biraz aşinalığım, dayanıklığım vardı, ama hiçbiri beni bu kadar bunaltmamış, ölümün eşiğine getirmemişti.

Elazığ cezaevine gelince, beni teslim eden komutana; “dilerim Allah bizi bir gün karşı karşıya getirir, bunun hesabını senden sorarım” dedim.

Beni teslim ettiği gardiyanlara şikâyet edip “bana hakaret etti, gereğini yapın” dedi, ama gardiyanların hiçbiri buna tevessül etmedi.

Onun için rinkle bir yerden bir yere gitmek turistik bir seyahat değildir, hukuki bir gerekçe olmadan bu sevk yapılmışsa yüzde yüz planlı, hesaplı bir işkencedir. Bir de bir vicdansıza denk gelmişseniz tam bir zulümdür.

İnsanlar suç işleyebilir, yanlış yapabilir bu onlara yasalarda olmayan bir uygulamayı meşru kılmaz. Üstelik sadece şüpheli konumunda olanlara böyle bir muamele hiç yapılamaz.

Bugün rakiplerinize yaptıklarınız, yarın şartlar değiştiğinde aynısının size yapılmasını da meşru kılar. Şunu unutmamak gerekir, insanlar kendilerine yapılanlar yasalara uygun olduğu müddetçe, hoşlarına gitmese de hazmederler. Ama kanun dışı yapılan hiçbir şey unutulmaz, unutulmuyor…

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Dil meselesi ve Özgür Özel

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Dil meselesi ve Özgür Özel
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Özgür Özel, Erbil merkezli Rudaw’ın Türkçe Youtube kanalına verdiği mülakatta;“ Kürtlerin taleplerini bağıra bağıra söylemek benim vazifem” dedi.

Özel, anadilde eğitim ve kapsayıcı vatandaşlık tanımını da desteklediğini ifade ederek, soruna hangi perspektiften baktığını göstermiş oldu.

Aynı talepleri yıllardır PKK ve uzantıları da yapıyor. Çünkü etnik ayrılıkçılar dilden millete, oradan da ayrışmaya gidildiğini biliyorlar. Maalesef Türk siyasetçisinin bu taleplerin sonuçları üzerinden politika üretecek bir vizyonları yok. Özel’e, bu konuda DEM partiden hangi hususlarda farklılaştıkları sorulsa, cevap verebileceğini sanmıyorum.

Özel’in destek verdiği taleplerin gerçekleşmesi için Anayasanın hem vatandaşlıkla ilgili 66. Maddesinin hem de değişmezlik korumasında olan ilk dört maddesinin değiştirilmesi gerekir.
Bugün Kürt sorunu olarak önümüze sürülen sorun aslında -dil maskeli-bir uluslaşma/ devletleşme meselesidir. Zira, dilden ulusa, oradan devlete gidilir.

Özel ve benzer düşünceye sahip olanların, nasıl bir yanlışa çanak tuttuklarını anlamaları için biraz tarihe, biraz da günümüzdeki çatışmalara bakmaları kâfi.

Ruslar, Ukraynalılar, Hırvatlar, Sırplar hatta Bosnalı Müslümanlar hep Slav ırkındandırlar. Uzak geçmişte bu halkların hepsinin dilleri birdi. Zamanla dilleri ayrılınca yolları da ayrılmış ayrı ayrı uluslaşmışlardır. Ukraynalılarla Ruslar aynı soy kökünden ve üstelik aynı dinden (Ortodoks mezhebinden) olmalarına rağmen Şubat 2022’den beri savaşıyorlar. Geçmişte Hırvatlarla Sırplar arasındaki çatışmalar da dil farklılaşmasından yol ayrımına gidişin bir başka örneğidir. Hırvat, Boşnak ve Sırpların dil kökleri aynıdır. Zamanla dilleri ve dinleri ayrılmış, ayrı milletler haline gelmişlerdir. Hırvatlar Katolik, Sırplar Ortodoks, Boşnaklar Müslümandır. Ama dil ve etnik kökenleri aynıdır. Dil ve dinlerin zaman içinde farklılaşması her birini ayrı bir ulus haline getirmiştir.

Özel gibi şu an ülkenin birinci partisinin lideri olan bir siyasetçinin çevremizde cereyan eden olaylara bakarak daha sorumlu ve dikkatli hareket etmesi beklenirdi.

Terör ve ayrılıkçılık üzerinde pey sürer gibi siyaset yapılmaz. Söz konusu olan ülke ve milletin kaderidir.

Elbette herkes dilini hiçbir engelle karşılaşmadan konuşabilmelidir. Ama bir dili resmi dil haline getirmek ortak iletişim dilinin zamanla bazı alanlardan çekilmesi ve dilin çekildiği alanların kaybedilmesi sonucunu doğurur.

Yahya Kemal’in ifadesiyle; “Türkçenin çekildiği yer artık sizin değildir.” Oy kaygısı vatan kaygısının üzerine çıkınca işte böyle oluyor.

Tek millet, ancak tek dil muhafaza edildikçe bir anlam taşır. Özel gibi tecrübeli bir siyasetçinin şunu bilmesi gerekirdi; dil meselesi bir uluslaşma ve devletleşme meselesidir, asla bir demokratikleşme talebi değildir!

Terör örgütünün taleplerine kapı aralamak demokrasiye değil, ülkenin daha ağır sorunlarla karşılaşmasına neden olur. Bu sürece destek olan bir parti ve lider milliyetçi seçmen nezdinde meşruiyetini kaybeder, büyüme eğilimindeki gidişatını durdurur

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…CHP’ye operasyonlar neyi hedefliyor?

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…CHP’ye operasyonlar neyi hedefliyor?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İstanbul belediyesine operasyonlar sürüyor.

Bunun yolsuzluk veya rüşvet duyarlılığından kaynaklandığını söylemek çok zor. Gerçekten böyle bir hassasiyet olsa 17/25 Aralıktan başlayarak, bugüne kadar AKP’li belediyelerin tasarrufları, iktidarın yaptığı büyük ihalelerin hemen tamamının incelemeye alınması gerekir.

Deniz feneri davası sanıkları Almanya’da mahkûm olurken Türkiye’de dosyaları kapatıldı. İş adamı Cengiz’in birkaç yıl önce yaptığı bir telefon konuşması medyaya yansımıştı. Herkes o konuşmada Cengiz’in millete ettiği küfre takıldı. Oysa Cengiz aynı ses kaydında, bir bakandan, adını vererek yüzde şu kadar ile ihale aldığını da söylüyordu. Nedense konuşmanın esas vahim tarafı olan bu konu hiç konuşulmadı, arada kaynadı, gitti. Özgür Özel, kaç gündür AKP’li belediyelerle ilgili resmi Sayıştay raporları yayınlıyor. Kul hakkı nutukları atanlardan en küçük bir tepki sesi çıkmıyor. Çünkü dertleri yolsuzluk değil.

Önceki gün CB Erdoğan, CHP’yi birlikte anayasa yapmaya çağırdı. Erdoğan bunca operasyondan sonra CHP’nin kıvama gelmiş olabileceğini düşünmüş olabilecek ki, bu çağrıyı yaptı. Operasyonların bir sebebinin de CHP’yi pazarlığa zorlayıp, Erdoğan’ı Tanrı ilan etme anayasasına destek vermeye zorlamak. Zira bu kadar yetkiden sonra daha fazlasını istemenin başka bir adı olamaz! Muhtemelen Özel evet dese, belki operasyonlar ve tutuklamalar da duracak, hatta tutuklananlar belki de pazarlıklara bağlı olarak serbest bırakılacak.

Türk siyasetinde hiçbir zaman sahnenin önü ile arkası bir olmamıştır. Sahnede İslamcı, milliyetçi veya solcu olanlar sahnenin arkasında tam tersi bir politik kişilik sergileyebiliyorlar.

Bunun en bariz örneği sn Erdoğan ile Bahçeli’nin çizgileridir. Gerçekte ne Erdoğan İslamcı ne de Bahçeli milliyetçi. Bu sıfatlar sadece onların halkın önüne çıktıklarında giydikleri elbiseyi ifade ediyor. Bazı İnsanların çoğu zaman siyasi pozisyonları ile kişilik pozisyonları farklı olabiliyor. Ne demişti Erdoğan “ davam için papaz elbisesi bile giyebilirim” bu nedenle siyasetçilerin üzerindeki hangi elbisenin gerçek elbisesi olduğunu teşhis etmekte zorlanıyoruz. Ettiğimizde de iş işten geçmiş oluyor.

Gerçekte, dindar başka dini kullanmak başka, milliyetçi başka ondan nemalanmak başka. Aralarında dağlar kadar fark var.

Kısacası adaletle, insanların güven ve inançları ile bu kadar oynamamak gerekir. Çünkü adaletin olmadığı bir yerde artık bir devletin varlığından da söz edilemez. Toplumu ve ülkeyi bu kadar zorlamak doğru değil!

Devamını Oku

AV. DR. İRFAN SÖNMEZ’İN KALEMİNDEN

AV. DR. İRFAN SÖNMEZ’İN KALEMİNDEN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Müslüman sokağında demokrasi

Son yıllarda Müslüman düşünürlerin en çok kafa yordukları konuların başında ‘hangi yönetim tarzının İslam’a daha uygun’ olduğu sorusu geliyor. Bu bağlamda, demokrasi ile İslam arasında şura ve danışma prensibinden hareketle ilişki kurmaya çalışılıyor.

Sudan’da Abdülvahap El Efendi, Moritanya’dan Şankıti, İran’da Şebüsteri ve Fas’ta Cabiri gibi düşünürler bu düşüncenin öncülüğünü yapan isimlerin bazıları…

Bu konunun gündemleşmesinin iki önemli sebebi var: birincisi, İslam dünyasının geriliği, Batı’nın refahı, istikrarı, zenginliği karşısında İslam dünyasının içinde bulunduğu sefalet ve içler acısı hali.

İkinci sebep ise, İslam dünyasına hâkim olan totaliter yönetimler…Dinin her türlü zulüm, adaletsizlik, hukuksuzluk karşısında bir susturucu olarak kullanılması…

Türkiye’de de bu yönde çalışmalar yürüten, eserler veren birçok isim var. Ama bu isimlerin yeterince etkili olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Bunda -din adamlarının- itibar kaybı ile iktidarı elinde tutanların ellerindeki kamu gücünü paylaşmak istememelerinin payı büyük.

Bu ve benzeri konular konuşulurken öncelikle şu sorunun gözden ırak tutulmaması gerekir: Her konuyu İslam’la irtibatlandırmaya çalışmak ne kadar doğru?

Bu, İslam’ın akla hiçbir alan bırakmadığı ve kıyamete kadar olabilecek her değişim ve dönüşüme önceden cevap verdiği anlamına gelir. Her konuyu dinde aramak dindarlık gibi gözükse de gerçekte bu akıldan ve dolayısıyla toplumsal gerçeklikten kopmaktır.

Oysa doğru olan; zamana, toplumların kültürüne, sosyolojik değişime bırakılan alanlarda zorlama yorumlarla dini referans aramak yerine, İslam’ın tornasından geçmiş bir akılla çağın ruhunu yakalamaktır. Zira, hakkında nas olmayan konularda, akla uygun olan Hakka da uygundur.

Müslüman sokağına demokrasi taşımak isteyenlerden biri de Mehmet Ocaktan.

“Müslüman Sokağında Demokrasi Hayal mi” isimli kitabı bu arayışın bir sonucu…

Ocaktan, “Müslümanlar, her çağın şartları içinde İslam’ın mesajını doğru okuyamadıkları için adaletli ve hakkaniyetli bir yönetim modeli oluşturamadıklarını“(s.25) söylüyor.

Bu doğru bir tespit, çünkü Müslümanlar, çağa göre düşünmenin yerine, geçmiş çağlara göre düşünen fakihlerin, alimlerin düşüncelerini iktibas ederek, günün sorunlarına çare bulabileceklerini sandılar. Her gün yeniden düşünmek yerine, geçmişi taklit etmeyi tercih ettiler. Fakihlerin kendi dönemlerine ışık tutan fetvalarını bugüne taşıdılar. Dünyanın değiştiğini, eski ile hal arasındaki uçurumun ne kadar açıldığını görmediler. Onun için din diye geçmişten tevarüs ettikleri dini reçeteler bugünün sorunlarına cevap olamayınca da bazıları inançlarından şüpheye düştü, bazıları daha doğru bir yol tutarak dikkatini düne değil, bugüne çevirdi. Bu da onları demokrasiye götürdü. Yazar, bugüne çare olmayacak dünün fetvalarından örnekler de veriyor: mesela: “kim iktidarı ele geçirirse geçirsin meşru idareci odur diyen Gazali ve Maverdi’nin bu görüşlerinin bugün despotizmi meşrulaştıracağını ” söyleyerek eleştiriyor.(s.92) Bu fetvaları din diye takdim etmenin, günümüz insanında yaratacağı -din tahribatına- işaret ediyor. Çünkü, akla aykırı olanı zorla din diye kabul ettirmeye çalışmak, insanı ya akıldan yahut dinden koparır.

Ocaktan, İslam’ın bir yönetim tarzı vazetmediğini söylüyor. Bu neredeyse İslam alimlerinin ortak görüşü. Şanlı Peygamber’in sahih sünnetinden hareketle bir siyasi düzen çıkarmak mümkün değil. O zaman olmayan ve bugüne ait olan bir şeyi, o zamanda aramak toplumsal değişimi görmemektir. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, bugünkü anlamda bir milliyetçilik anlayışını, demokrasiyi veya millet kavramını o günün toplumunda göremezsiniz. Bunlar son iki üç asrın ortaya çıkardığı kavram ve sosyal yapılardır.

Peki, İslam yönetim için bir şey söylememiş midir? Ocaktan, “İslam her zaman, her yerde uygulanabilecek genel ilkeler belirlemiş ve bu ilkeler ışığında çağın şartlarına göre diğer konuları belirlemeyi Müslümanlara bırakmıştır.”(s.25) diyor ve o genel ilkelerin adalet, şeffaflık ve liyakat olduğunu belirtiyor. Öyleyse Müslüman aydınların yapacağı bu üç ayak üzerinden bir yönetim modeli inşa etmektir. Bu yapılabilmiş midir? Ne yazık ki, bu soruya müspet bir cevap vermek mümkün değil. Çünkü, Ahmet Akbulut’un ifadesiyle; “Kuran’ın mesajı, Müslüman Kültürünün kurbanı olmuş,”(s.31)ilimle din çatıştırılmıştır.(s.37)

Çalışmada, hakikati ikbal ve menfaate feda eden din adamlarına N.Topçu’nun ağzından sert eleştiriler yöneltilir:”…dünyada siyaset yapmayacak iki kuvvet varsa biri din, öbürü ilim olmak lazım gelirken, din ve ilim adamlarının siyasete gönül vermeleri, dünya hakimiyetini parmağındaki yüzük gibi kullanan Yavuzların, huzurunda eğildiği ilim ve din adamlarını, sonraları en sefil vicdanlara uşak yapmıştır.”(s.38) Bugün de öyle değil mi? Muktedirlerin sofrasına oturup, onların çıkar ve ikballerine göre fetva üreten -Allah’ın dinini dünya metaı karşılığında- satan bir sürü din taciri hoca yok mudur?

Ocaktan, kitabında birçok İslam düşünüründen alıntı yaparak demokratik bir yönetimin İslam’a uygun olduğunu, hatta bugün için elzem olduğunu anlatıyor. Bunlardan biri de Sudan’lı Abdülvahap el-Efendi’dir. El-Efendi,” Bugünün Müslüman’ı için ideal devlet ya da herhangi bir zamanda ideal İslam devleti demokratik olmak zorundadır.” der.(s.54) “Ancak İslam, yaşadığımız çağın diline tercüme edilemediği için devlet yönetimi de soyut bir ahlak kavramı üzerinden okunmaya çalışılmış, devleti yönetenlerin ahlaklı olması durumunda başka bir denetleyiciye ihtiyaç duyulmamıştır. Peki ya yönetenler ahlaklı olmazlarsa onları kim denetleyecektir?”(s.61) Yazar burada, denetimin sadece onların ahlak anlayışına bırakılamayacağını, başka ve hukuki denetim mekanizmalarının olması gerektiğine dikkat çekiyor. İşte demokrasi denetim mekanizmaları ile bunu yapar, yöneticiyi kendi insafı ve vicdanıyla kendisini denetlemesini yeterli görmez.

Dinin nasıl istismar edildiğini, eleştiriden kaçmak için nasıl kullanıldığını Ocaktan, yine A.Akbulut’tan aktarma yaparak şu şekilde açıklar: “gerçek odur ki bütün İslam fırkalarında siyasi kanaatler, din boyası ile boyanmıştır. Tenkitten kurtulmanın en kestirme yolu budur. Çünkü inançları eleştirmek kolay değildir. Bir düşünce yanlış da olsa, inanç haline gelmediği sürece tehlike teşkil etmez…” Onun için her fırka siyasi düşüncelerine dini bir kılıf geçirmiş, böylece hem eleştiriden kurtulmuş, hem de toplumu iğfal etmiştir.

Ocaktan kitabında sı sık rasyonel akla dikkat çeker, İslam düşüncesinin dünün kelepçelerinden kurtulup bir türlü bugüne gelmediğinden yakınır. Ancak demokrasi, özgürlük ve adalet savunusu yaparken kimi konularda –eskinin alışkanlıklarına- takılır. El-Efendi’den hareketle olayları ümmet birimi üzerinden okur. Kültürel farkları, çağın ruhunu savunurken, milleti ıskalar. Oysa millet veya ulus ümmetin karşıtı değil, onu işlevsel hale getiren sosyolojik bir gerçeklik ve bugünün kurumudur. Milletin karşıtı kabileleşme, etnik parçalara bölünmedir. Hem bir büyük birliği savunup hem de onu tahkim edecek, bir kavramı görmezden gelmek bir eksikliktir. Millet olamayanlar ümmet olabilirler mi? El-Efendi’nin Sudan’ı milletleşemediği için Güney Sudan’ı kaybetti. Kaldı ki, demokratik yönetimler en çok milletleşmiş toplumlarda yaşayabiliyor. Demokrasi, ile millet ve ulus-devletin neredeyse aynı zamanda ortaya çıkışı bu gerçekle alakalıdır. Kabilelere, etnik parçalara ayrılmış, asabiyelerin yarıştığı veya çatıştığı toplumlarda demokrasiyi yaşatmak zordur. Demokrasi, kendine en uygun zemini, milletleşmiş toplumlar ve ulus-devletlerde bulabilmektedir. Demokrasiyi savunurken millet olmayı ihmal etmek demokrasiyi yaşayacağı zeminden mahrum etmektir. Katılmadığım bu konu dışında, Ocaktan’ın eserinin önemli bir konuya parmak bastığını söyleyebilirim. Çalışmada kader, hilafet, biat ve gelenek gibi konularda da önemli bilgiler verilmiş. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere yazar, Müslüman mahallesine demokrasinin gelip gelmeyeceğini bugünün Müslüman’ına bakarak,”...Geleneksel İslami ilimlerin sunduğu öğretiye sadık kalındığı mmüddetçe -imdilik -zor,”(s.160)görmektedir. Bütün mesele, geleneğe takılmadan bugünün aklıyla İslam’ı ve çağı yeniden anlamaktır. Akıl ve özgürlüğü boğan hiçbir yönetim tarzının toplumu ileri götürme şansı yoktur.

Devamını Oku