DOLAR 41,3141 0,24%
EURO 48,6556 0,45%
ALTIN 4.837,18-0,40
BITCOIN 48602301.83927%
Elazığ
23°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Av. Dr. İrfan Sönmez

Av. Dr. İrfan Sönmez

02 Eylül 2025 Salı

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Bu din dili dindar üretmez!

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Bu din dili dindar üretmez!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

En temel sorunlarımızdan biri, din aklının geçmişte kalması, çağın aklıyla çelişmesidir. Din adına konuşanlar, bugünün akıl ve idrakine hitap etmedikleri müddetçe, dinden çok deizme, ateizme, inkara hizmet etmiş olurlar.

Doğru olan, din aklıyla zamanın aklını buluşturmak, dini bugünün aklının alacağı şekilde sunmaktır.

Ne yazık ki, sahnede olanların çoğu akıl bile denmeyecek bir din dili ile konuşuyorlar. Kaş yapalım derken göz çıkarıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde cüppeli bir cahil, “İzmir Yunan işgalinden tefriciye (zor zamanlarda Allahtan yardım istemek için yapılan dua)ile kurtuldu, millet de zannediyor ki, bilmem kim kurtardı,” dedi.

Meşayih öyle yazmışmış… Bu ifade bu kişinin kim bilir kaçıncı – din dışı ve dini örseleyen- ifadesi. Ortalama bir akıl, bu ifade karşısında şunu düşünür: madem bu işler dua ile oluyor, onca duaya rağmen Kerbela niye yaşandı. Hz. Peygamberin – en sevgili torunu-niçin katledildi?
Gazze ve Doğu Türkistan kan ağlıyor, dua ile bu işler çözülüyorsa niye bir – tefriciye- okuyup çözmüyorsunuz?

Şartları oluşmamış hiçbir şey duayla gerçekleşmez. Siz savaşa hazırlık yapmayacaksınız, aklı/bilimi kullanmayacaksınız, gerekli teknolojiye sahip olmayacaksınız, ama duayla bütün engelleri aşacak, problemleri çözeceksiniz.

Yıllardır anlatılan din budur! Böyle olunca da askere, silaha, uçağa, gerek kalmıyor. Bolca dua ehli yetiştirir her meselenizi çözersiniz.
Duası Hz. Peygamberden daha sevgili olan kim vardı? O bile Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te savaşmadı mı? Dua yetse, o dua eder gök ehli âmin der,o iş biterdi. Çünkü o biliyordu ki, sünnetullah veya adetullah (Kâinatın işleyişi)  böyle olmuyor. Bir şey istiyorsanız önce icaplarını yerine getireceksiniz. Dua, ancak icapları yerine getirildikten sonra bir anlam ifade eder. Savaşanların, davasına inancını güçlendirir, mücadelemizi -duası makbul olanlar da onaylıyor- diye moral motivasyonlarını artırır, cephede olanların maneviyatını besler, ölüme hazır hale getirir.

Yoksa, topun tüfeğin karşısına taş ve sopa ile gidene dua savaş kazandırmaz. Cübbeli cahilin, bu sözü söylemesinin esas nedeni, tam da milli mücadelenin- zaferle taçlandığı bir günde, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını değersizleştirmek, gözden düşürmek için.
Hayatında elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış bir kişi, hayatı cephelerde geçmiş insanları küçümsüyor, onları maşeri vicdandan silmeye çalışıyor. Millete ahlak öğreteceğine din,vicdan ve hakikat dışı görüşleri ile toplumu zehirliyor.

Oysa gerçek mutasavvıflar asla böyle düşünmemiş böyle hareket etmemiştir. Birçoğu çağrılmadan koşa koşa cepheye gitmiştir. Gümüşhanevi Hz. İle Sait Nursi, doksan üç harbinde Rus cephesinde fiili olarak savaşmışlardır. Nursi, yıllarca Rusya’da esir kalmıştır,
Emir Sultan, Osmanlı ile hep cephelerde olmuştur. Akşemseddin, İstanbul’un fethinde Fatih’in yanı başında bir zafer müjdecisi ve moral üfleyicisi olarak bulunmuştur. Örnekleri çoğaltmak mümkün,
büyüklükleri müseccel bu zatlar işi duaya havale etmemişler, fiili duaya, yani mücadeleye bağlamışlar, kendileri de bizzat içinde olmuşlardır.
İfsat edici din dili, elbette Cübbeli örneğinden ibaret değil, geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya düşen bir paylaşımda, başka bir sapkın şunları söylüyordu: “Allah’ın ayağı kaydı tam düşecekken Abdülkadir Geylani kurtardı. Allah’ı kurtaran Abdülkadir Geylani’nin bizi kurtarmayacağını mı sanıyorsunuz?”

Bu söz asla Müslüman bir ağızdan çıkmaz. Her kelimesi ayrı bir sapkınlık, bir defa Allah’ı insanlar gibi oturup kalkan, insanlarla muhabbet eden bir derekeye indiriyor.

Oysa Allah, -muhalefetün havadistir-yani yaratılmışların hiçbirine benzemez, ikincisi Allah’a noksanlık izafe ediyor, ayağı takılıyor kendi kendini kurtaramıyor, Abdülkadir-i Geylani kurtarıyor, oysa Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir, kendi varlığı ile kaimdir, kimseye ihtiyacı yoktur. Üçüncüsü bu sözlerle, bir fani Allah’ın üzerine çıkarılıyor, ona yüce Yaratıcıda olmayan( haşa) bir kudret isnat ediliyor. Geylani büyük bir mutasavvıftır, ancak bu tip sözler tasavvuf dili ile söylemek gerekirse şathiyattır. Şathiyat: İlahi feyze gark olmanın sarhoşluğu ile söylenen, asla dini bir ölçü veya gerçeklik olmayan, mutasavvıfın içinde bulunduğu ruh halini yansıtan sözlere denir. O hali yaşayan için, o hal, aklını aklını istila ederek, tefrik etme yeteneğini kaybettirdiği için yine sadece o hal içinde mazur görülebilir. Ama bunu bir başkası alıp, dini bir hüküm veya hakikat gibi kullanamaz!

Bu sözlerin hepsi -elfazı küfürdür-şirktir, kişiyi iman dairesinin dışına iter. Şimdi soruyorum, çağın aklı bir faniden yardım alan bir Tanrı inancını kabullenebilir mi? Bu tarz ifadelerle bir dindarlık yaratılabilir mi?
Toplumu, böyle ağzına geleni söyleyen, üstüne vazife olmayan konularda abuk-subuk beyanlarda bulunan – derviş kılıklı- sapkınlar
İfsad ediyor. Genç dindarlığı, bunun için azalıyor.

Osmanlı tarikatlardaki çürümeyi, sahtelikleri görmüş 19. Yüzyılın başlarından itibaren tedbir almaya başlamıştı. Önce 3. Selim döneminde sapkın inançlı tarikat mensuplarının durumlarını denetlemek ve böylelerinin tekke kurmalarına mâni olmak için şeyhler görevlendirilmiştir. 1812’ de bir fermanla, bütün tekkeler, ilgili tarikatın İstanbul asitanesi merkez kabul edilerek buraya bağlanmıştır. Bu fermanla birlikte tekkeler idarî yönden Şeyhülislâmlığın, malî yönden Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti’nin denetimine girmiştir. 1866’da bir irade ile Meclis-i Meşayih kurulmuş, başkanı Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Selahaddin Dede olmak üzere Sa‘diyye, Kādiriyye, Sünbüliyye, Halvetiyye ve Nakşibendiyye’den birer temsilcinin bulunduğu 5 üyeden oluşmuştur. 1874’te Rifâiyye tarikatının da eklenmesi ile üye sayısı altıya çıkmıştır.

Sonraları tarikatlar bölge merkezleri kurularak buralara bağlanmıştır. Daha sonra 1918 tarihli Meclis-i Meşâyih Nizamnâmesi ile taşrada şeyhülislâmlığın tespit ettiği vilâyet, livâ ve kazalarda Encümen-i Meşâyih adıyla müftü başkanlığında iki üyeden oluşan bir kurum oluşturulmuştur. Bu üyeler vasıtasıyla yerel şeyh, tarikat ve tekkeler denetlenmiştir.

Bu denetimlerin nasıl yapıldığına dair bizzat yaşayanlardan dinlediğim bir olayı aktarmak istiyorum; Harput’ta tekke ve şeyhlik iddiasında olanları denetlemekle görevli olan zat hem alim hem mutasavvıf Beyzade efendidir. Elazığ’ın Molla Köyünde Ömer Hüdai babanın şeyhlik iddiasında bulunduğunu öğrenir. Kırk sorudan oluşan bir mektup gönderir ve her birine cevap vermesini ister. Ömer Hüdai baba, soruları halifesi Mehmet Efendi’ye verir,” cevaplarını yaz, sonra da bana getir göreyim” der. Mehmet Efendi, birkaç gün içinde cevapları yazar, Ömer Hüdai baba düzeltmeleri yapar ve kırk soruya karşılık kırk müridini başlarında Mehmet Efendi ile zikir ve ilahiler, def, kudüm ve elvanelerle Harput’a gönderir.

Mehmet Efendi Harput’un Sara Hatun camiinde soruların cevaplarını Beyzade efendiye takdim eder. Beyzade efendi,” bir de zikrinizi göreyim” der, gelenler, bir zikir halkası kurarak zikrederler. Bir süre sonra Beyzade Efendi Mehmet Efendi’yi konağına davet eder, cevapların doğru, yapılan cehri/ kadiri zikrin usul ve erkana uygun olduğunu, söyler ve Ömer Hüdai babanın bu yolda yürümesine, irşatta bulunmasına yol verir.  Vedalaşırken, Beyzade Efendi Mehmet efendiyi kucaklar, Mehmet Efendi o anı anlatırken” sanki Beyzade efendinin göğsünden bir mangal kor ateşi göğsüme boşalttılar, ayakta duramadım diz üstü çöktüm kaldım” der.

Geçmişte tarikatlar, şeyhler böyle denetlenmişti. Bugün ipini koparan, iki hadis, üç ayet ezberleyip şeyhlik/ dervişlik iddiasında bulunabiliyor.
Din adına konuşmak en mesuliyetli iştir. Dini bilgi ve çağın ruhuna hâkim olmayı gerektirir. Bu olmadan söylenecek her söz hem Müslümanlığa hem sözün sahibine zarar verir.

Toplumu zehirleyen, saptıran bu tür kişi ve beyanlardan kurtulmanın yolu denetimdir.

Denetlenmeyen her kurum çürür, sahtecilere, istismarcılara yem olur. Dini tebliğ, bir cübbe/sarık meselesi değil, bir bilgi ve çağ aklını idrak meselesidir. Buna dikkat etmeyen bir din dili, dindar üretmez, dinden kopmuş nesiller üretir.

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Milli devletin alternatifi Suriyeleşmektir

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Milli devletin alternatifi Suriyeleşmektir
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir konuda bir defa hata edebilirsiniz, bu mazur görülür, ama aynı konuda ikinci bir yanlış yapamazsınız bu mazur görülmez, hata olarak da kabul edilmez, bilinçli, hesaplı bir tercih olarak görülür.
Esat’ı devirme siyaseti de böyleydi.  Suriye’deki muhalif unsurlar desteklenerek Esat zayıflatıldı. Merkezi hükümet güç kaybedince onun çekildiği yerleri YPG doldurdu.

Böylece – bizim yanlış politikamız Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletinin yeşermesine neden oldu.

İktidar bunu görmesine rağmen Esat’ın devrilmesi için ısrarını sürdürdü. Esat devrildi, Şam altın tepsi içinde İsrail’e sunuldu. Şimdi güç boşluğundan yararlanan İsrail, elini kolunu sallayarak Suriye’yi vuruyor, topraklarını işgal ediyor, bizimkiler de Emevi camisinde namaz kılmak ve Esat’ın devrilmesine katkı sunmakla övünüyor. Esad devrildi ne kazandık? Hiçbir şey! Bir ülke başkaları kazansın diye imkanlarını seferber eder mi? Ettik.

Bile bile lades dediğimiz durum budur: güneyimiz YPG’ye teslim edildi.
Şimdi Kürt- Türk- Arap ittifakından, yönümüzü Ankara ve Şam’a dönmekten bahsediliyor. Sanki Araplar işini gücünü bırakmış bizim himayemizi bekliyorlarmış gibi bir hava estiriliyor. Aslında kimse kimseyi beklemiyor; bu söylem içe dönük, amaç Türk kimliğini aşındırmak, Anadolu’ya ortaklar bulmak, sonra da tıpkı Suriye ve Irak gibi ülkeyi parçalı bir devlet haline getirmek!

Bütün bu söz ve söylemlerin nedeni, ideolojik ve ben merkezli dış politikadır. İdeolojik, çünkü Suriye’ye ilk müdahalenin nedeni oradaki Nusayri yönetimi yıkmaktı. Ben merkezli, çünkü Erdoğan kendince fatih olmak istiyor. Esat’ın kaçışını hatırlayın, öyle havalara girdiler ki, bedenlerinin tüm dilleriyle Esat’ı biz hallettik diyorlar, bazı yüksek bürokrat ve bakanlar Şara ile zafer pozları veriyorlardı.
Bir üçüncü sebep de çağın ruhunu anlayamamaları, milli üniter devlete karşı olmalarıdır.

Milli devlet yıkılınca imparatorluk olmuyorsunuz, kabile veya mezhep kategorilerine ayrılıyorsunuz. Herkesin kendi klanının menfaatini düşündüğü, ötekini kendinden görmediği parçalanmış bir halk oluyorsunuz.

Bunun İslam’la alakası yok, İslam birliği savunur, birlikte rahmet olduğunu söyler. Kabile asabiyesini aşmamız gerektiğini telkin eder. Toplumu ayrıştırmak rahmet değil zulmettir. Bu tür parçalanmalar en çok – uluslaşamayan yahut o süreci tamamlayamayan toplumlardan çıkıyor. Millî mücadeleyi başlatanlar bunu görmüş milletleşme yolunda önemli adımlar atmışlardı. Milli marş, mecburi askerlik, eğitimin tevhidi, milli bayramlar, müzeler ve Türkçenin resmi dil olması hep bunun içindi. Ancak kurucu kadrodan sonra bu süreç ihmal edildi, AKP iktidarında ise- planlı olarak- tersine çevrildi.

Mesela İspanya’nın özerk bölgelere ayrılması sosyal bilimciler tarafından, Kastilyacanın geç resmi dil olmasına,( Kilise hakimiyetini korumak için Katalan ve Bask bölgelerinde yerel dillerin müfredatta kullanımını onaylayarak dil birliğinin sağlanmasını geciktirmiştir.)
eğitimde birliğin sağlanmamasına, liberallerle muhafazakarların ayrı millet kurgusu taşımalarına, (uzun yıllar ilköğretim Katolik kilisesinin kontrolünde olmuştur), zorunlu askerliğin geç bir tarihte yürürlüğe girmesine, ortak bayrak  ve milli marşta geç uzlaşılması gibi sebeplere bağlamışlardır.

İspanya milli marşı sözsüz olup sadece müziktir. Birkaç defa söz yazma teşebbüsleri olmuş, itirazlar yüzünden akim kalmıştır. Milli gururu okşayan sözlerin bulunmadığı bir marş,o toplumu motive edemez, kimlik şuuru veremez.

İspanya ortak bir dil üzerinden yürüyerek milli bir kimlik inşa edememiştir. Dil o kadar önemlidir ki, ulus olmanın kurucu unsurudur. Yıllar önce Zelensky: “Kırım’da, Donetsky’de insanlar Rusça konuşmak istiyor,rahat bırakın, yasal olarak Rusça konuşmalarına izin verin. Dil asla vatanımızı
bölemez. Yahudi kanı taşıyorum Rusça konuşuyorum ama Ukrayna vatandaşıyım.
Kardeş halklarız, Ruslar harika insanlar…”
( Hayrettin Barut beyden alıntı)
Sonra ne oldu? Ağırlıklı Rusça konuşan Kırım ve Donetsky bir referandumla Ukrayna’dan kopup Rusya’ya bağlandılar. Zelensky, ortak dil yoksa ortak bir kaderin de olamayacağını anlayamamıştı.
Muhtemelen anladığı zaman da iş işten çoktan geçmişti.
Şimdi İspanya’yı 17 özerk bölgeye ayrılmaya götüren hatalar burada tekrar ediliyor.

Ulus devletin alternatifi birlik değil bölünmedir. Suriye ve Irak ulus olabilselerdi bugün başka bir senaryoyu konuşuyor olabilirdik.
Gazze böyle kanla yıkanmayacak, etrafında bulunan iki güçlü devlet belki İsrail’i frenleyecekti.

Üst üste yapılan yanlışlar PKK ile İsrail’in ekmeğine yağ sürdü.
Şimdi Türk- Kürt -Arap birliği gibi son derece afaki ve gerçeklikten uzak ifadelerle Türk milli kimliği tahrip ediliyor. Bunun sonu ülkenin etnik ve mezhep temelinde parçalanmasıdır. Suriye ve Irak’ta olanın burada olmasıdır. Ne yazık ki, gözümüzün önünde cereyan eden olaylardan, parçalanmalardan ders alınmadı.

Bu ideoloji ve zihniyetle bu ülkenin iç cephesi tahkim edilemez, tam tersine tahrip edilir. Kürt-Türk-Arap ifadesi, üç kimlikli bir toplum ve dolayısıyla üç parçalı bir ülke demektir. Biz öyle miyiz? Bu doğru bir politika değil, ülkeyi felakete götürür.

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Din ve Milliyetçiliğin Sermayeleştirilmesi…

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden…Din ve Milliyetçiliğin Sermayeleştirilmesi…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Lıah Greenfeld,
Milliyetçilik isimli önemli çalışmasının Türkçe baskısının önsözüne, şu kıymetli tespiti ile başlar:”…Milliyetçilik bireysel kimliğe itibar bahşeder. Böylesi bir itibarın bahşedilmesi, milli kimlik ile diğer tüm kimlik türlerinin  temel farkıdır. Milliyetçiliği böylesine çekici kılan da, bu yeni bilincin küreselleşmesinin altında yatan da budur. Milliyetçilik öncesinde, itibar sahibi kimlik her toplumdaki dar bir üst tabakanın hakkıydı.” Milliyetçilik bunu tabana yaymış, belli grupların inhisarından  çıkarmıştır.

Ancak tek itibar vasıtası bu değildir. Yazar Arap ve İran örneklerinden hareketle İslam’ın sermayeleştitilmesini de bir itibar aracı olarak değerlendirir, şöyle der: “ İslam , yüzlerce yıldır tek tanrılı Batı karşısına dikilmiş  büyük bir dindir. Arap ve İran milliyetçileri , İslamdan, milletlerinin sahip olduğu başka  bütün insan kaynaklarını misliyle  aşan itibar sermeyesi elde etmişler, İslamı dinsel bir milli karekter haline getirmişlerdir. Süreç içinde İslamı dinsellikten arındırıp ona ihanet ediyor oluşları da onları kaygılandırmamıştır…yapılan mücadele tamamen sekülerdir ve şimdi yaşayan topluluğun konumu ile ilgilidir. Bu amaçla adına mücadele yürüttükleri Tanrı bir araç olarak kullanılmak üzere yer yüzüne indirilir…”

Bu,dinin sermayeleştirilmesi,
Siyasi amaçlarla dinsellikten soyutlanmasıdır. Günümüzde siyasetin manivelası haline getirilen din, hem din olmaktan çıkmakta hem de  biz ve onlar ayrışmasının bir parçası haline getirilmektedir. Dine en büyük zararı da onu siyasetinin sermayesi haline getirenler vermektedir.
Greenfeld’in milliyetçilik tanımında demokrasi ile milliyetçilik iç içe adeta birbirinin mütemmim cüzüdür. Zira ona göre; “ milli bilinç, toplumsal gerçekliği eşit üyelerden  oluşan egemen topluluklardan ibaret bir şey olarak görür; milliyetçilik modern demokrasinin tamamlayıcı özelliği olan, popüler egemenlik ve eşitlik ilkelerine dayanır.Olduğu haliyle demokrasi bu yüzden mantıksal olarak milliyetçilikle içkindir.Temeli eşit üyelerin bir egemen topluluğu olan millet tanım gereği bir demokrasidir.” Erol Güngör, belki Greenfeld’den çok önce millete dayanan ve ondan neşet eden bir düşüncenin demokrat olması gerektiğini söylemiştir.

Demokrasi, sadece ülke yönetimi ile ilgili bir yöntem değildir. Sivil toplum örgütlerinden, dernek, parti ve sendikalara kadar her organizasyonda uygulanması gereken bir yönetim tekniğidir. Alt organizasyonlarda demokratik bir yönetim tarzı içselleştirilmediği müddetçe en üst organizasyon olan devlet yönetiminde bunu uygulamak zordur. Çünkü demokrasi aynı zamanda bir kültür meselesidir. O kültür
bulunmadığında demokrasi sözde kalmakta, alt organizasyonlarda ahbap çavuş ilişkileriyle yürütülen  çalışmalar yıkarıda daha büyük çapta tekrar edilmektedir. Tepeden atamalar, demokratik rekabet kanallarının tıkanması, adamcılık  sonunda dönüp dolaşıp iktidarların yolunu otokrasiye çıkarmakta, demokrasi bir ideal olarak kalmaktadır.

Partiler, dernekler, STK’lar demokratikleşmedikçe ülke yönetiminin demokratikleşmesi boş bir iddiadan ileri gitmez.
Sermayeleştirilen her şey sonunda özünü de gerçek hüvviyetini kaybediyor, bir rant ve itibar devşirme aracına  dönüşüyor. Adını taşıdığı din ve milliyetçiliğe değil, muhterislerin çıkarlarına hizmet ediyor. İslamcı siyasette dinin, milliyetçilik siyasetinde milliyetçiliğin olmayışı birazda bundandır.

Devamını Oku

AV. DR. İRFAN SÖNMEZ’İN KALEMİNDEN

AV. DR. İRFAN SÖNMEZ’İN KALEMİNDEN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

AMACA ULAŞMAK İÇİN HERŞEY MÜBAH MI?

CHP’nin Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, partisinden istifa ederek AKP’ye geçti.
Bu geçişin açılan dava ve soruşturmalarla alakası olmadığını söylemek için kör ve sağır olmak lazım.
Erdoğan, büyüyen CHP’yi yolsuzluk, rüşvet ve bu tip transferlerle durdurmak istiyor. Yargı üzerinden CHP’yi ezmeye çalışıyor. Onun üzerinden diğer partilere de mesaj veriyor.
Ancak bu tip operasyonların başarısı o ülke siyasetçisinin kalitesi ile doğrudan ilgili. Bir fikrin ahlakına bürünmüş insanlara kolay baş eğdiremezsiniz. Ne yazık ki öyle bir insan tipi artık yok.
AKP,yirmi üç yıllık iktidarı boyunca en büyük darbeyi insana vurdu, onu metalaştırıp, bir ticari mal haline getirdi. Ahlaklı siyaset vaadiyle gelip,Cumhuriyet tarihinin en yoz siyasetine imza attı.
1977 yılında Adalet partisinden milletvekili seçilen 11 kişi CHP’ye geçmiş, Ecevit’in hükümet kurması sağlanmıştı. Tarihe ‘Güneş Motel Olayı’olarak geçen olay büyük tepki görmüştü.
Aradan neredeyse yarım asır geçti, şimdi benzer transferleri Erdoğan yapıyor. Dünle bugün arasındaki en büyük fark, dün büyük tepki alan milletvekili transferlerinin bugün alkışla karşılanması.
İnsanlar fikir değiştirebilir, partisi ile duygusal kopuş yaşayabilir, bu gibi durumlarda istifa anlaşılabilir bir durumdur.
Ama soruşturmalardan kurtulmak, parti değiştirmeyi ticari kazanç aracı yapmak en hafif tabirle seçmene ihanettir.
Daha kötüsü de şudur; bir partiye oy veriyorsunuz, ama oyunuzu biri alıp rakip partinin sandığına döküyor. Bu durumda seçimin bir anlamı kalır mı? Hangi partiye oy verirseniz verin o oylar sonunda başka bir partinin sepetine gidiyor. Sandıkta kazandığınızı yolda kaybediyorsunuz .
Demokrasi çoğulculuktur, iktidar kadar muhalefetin de söz hak ve hürriyetinin olmasıdır! Muhalefetin yargı yoluyla susturulduğu, işlevsizleştirildiği bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Türkiye uzun zamandan beri ‘ yalandan’ bir demokrasidir.
Çerçi’nin katılımda yaptığı konuşma ve daha önce görevden alınan bakanların kullandığı üslup bunun açık bir göstergesidir. Çerçioğlu “Cumhurbaşkanı’nın himayesi ile hizmet etmeye devam edeceğini söyledi. İstifa eden bakanlar için ise hep ‘affını istediği’ ifadesi kullanılıyor. Ne demek CB’nin himayesi yahut affını istemek? Ülkede krallık mı ilan edildi? Bu ifadeler bir eşitler nizamı olan demokrasilerde asla telafuz edilemez. Kimse şu veya bu faninin himayesi altında değildir, herkes kanunların koruması altındadır. Bu ifadeler ancak hukukun yerini kişi iradesinin aldığı tek adam rejimlerinde konuşulur. Af, bir kusur veya yanlıştan dolayı muhatabından dilenen özürdür. Görevden ayrılırken bu kelimeyi kullanmak; “ senin gibi yüce bir şahsiyetin riyaseti altında çalışıp sana layık olamadığım için affet demektir. Kişinin kendini ezmesi, muhatabının egosunu şişirmesidir. O ego şişirildikçe zararını millet görüyor.
Parti değiştirmelerin bir vechesi de şudur: bu tip operasyonlar en büyük zararı muhalefete verdi vermeye devam ediyor.
Erdoğan, son on yılda neredeyse tüm muhalefet liderlerini yanına çekti. Süleyman Soylu öyle esip gürlüyordu ki, herkes “zinhar bunun yolu asla Erdoğan’la kesişmez” diye düşünüyordu. Bir gün baktık ki, kanat takıp AKP’ye uçmuş. Numan Kurtulmuş, “Harun olacağız diye geldiler Karun oldular”diyordu. O da bir gece ansızın Erdoğan’a biat etti. Destici’yi ise hiç söylemiyorum. Bir milletvekilliği için rahmetli Yazıcıoğlu’nun partisini nefsine alet etti. Şimdi bir o tarafa bir bu tarafa sallanıp duruyor.
Bahçeli ise öyle şeyler söylüyordu ki, kimsenin aklına bu da gider ihtimali gelmiyordu. O da gitti hem de öyle bir gitti ki,Erdoğan’la yapışık ikiz oldular. Son tüccar Sinan Ogan’dı. Erdoğan CB olmasın diye kendisine verilen oyları altın tepsi içinde Erdoğan’a sundu. Ancak tepside sadece milliyetçilerin oyları yoktu, kendi şahsiyeti, itibarı da vardı, onları da aynı tepsi içinde Erdoğan’ın ayakları dibine attı. Muhalefetin en büyük çıkmazı budur. Vatandaş gidenlere bakarak “ya bu kalanlar da bizi aldatıp giderse” diye muhalefete güvenip bağlanamıyor. Erdoğan’ın asıl hedefinin de bu olduğunu, böyle bir algı oluşturmak olduğunu düşünüyorum. Muhalefete güveni ne kadar sarsarsa vatandaşı o kadar kendine mecbur eder. Muhalif seçmende gittikçe pekişen ‘oy verecek parti ve lider mi var’ güvensizliği bu parti değiştirmelerden besleniyor. Sonuçta iktidar sandıkta kazanamadığını kazanıyor, muhalefet sandıkta kazandığını kaybediyor. Bir ülkede siyasi ahlak bitmişse her şey mübah olur. Hele bir de buna İslami bir kılıf bulunmuşsa… Her şeyi çürüttüler bir gün gidecekler ama arkalarında nesiller boyu temizlenemeyecek maddi ve manevi enkazlar bırakarak…

Devamını Oku

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden….Amaca ulaşmak için her şey mübah mı?

Av. Dr. İrfan Sönmez’in kaleminden….Amaca ulaşmak için her şey mübah mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

CHP’nin Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, partisinden istifa ederek AKP’ye geçti.
Bu geçişin açılan dava ve soruşturmalarla alakası olmadığını söylemek için kör ve sağır olmak lazım.
Erdoğan, büyüyen CHP’yi yolsuzluk,rüşvet ve bu tip transferlerle durdurmak istiyor. Yargı üzerinden CHP’yi ezmeye çalışıyor. Onun üzerinden diğer partilere de mesaj veriyor.
Ancak bu tip operasyonların başarısı o ülke siyasetçisinin kalitesi ile doğrudan ilgili. Bir fikrin ahlakına bürünmüş insanlara kolay baş eğdiremezsiniz. Ne yazık ki öyle bir insan tipi artık yok.
AKP,yirmi üç yıllık iktidarı boyunca en büyük darbeyi insana vurdu, onu metalaştırıp, bir ticari mal haline getirdi. Ahlaklı siyaset vaadiyle gelip,Cumhuriyet tarihinin en yoz siyasetine imza attı.
1977 yılında Adalet partisinden milletvekili seçilen 11 kişi CHP’ye geçmiş, Ecevit’in hükümet kurması sağlanmıştı. Tarihe ‘Güneş Motel Olayı’olarak geçen olay büyük tepki görmüştü.
Aradan neredeyse yarım asır geçti, şimdi benzer transferleri Erdoğan yapıyor. Dünle bugün arasındaki en büyük fark, dün büyük tepki alan milletvekili transferlerinin bugün alkışla karşılanması.
İnsanlar fikir değiştirebilir, partisi ile duygusal kopuş yaşayabilir, bu gibi durumlarda istifa anlaşılabilir bir durumdur.
Ama soruşturmalardan kurtulmak, parti değiştirmeyi ticari kazanç aracı yapmak en hafif tabirle seçmene ihanettir.
Daha kötüsü de şudur; bir partiye oy veriyorsunuz, ama oyunuzu biri alıp rakip partinin sandığına döküyor. Bu durumda seçimin bir anlamı kalır mı? Hangi partiye oy verirseniz verin o oylar sonunda başka bir partinin sepetine gidiyor.Sandıkta kazandığınızı yolda kaybediyorsunuz .
Demokrasi çoğulculuktur, iktidar kadar muhalefetin de söz hak ve hürriyetinin olmasıdır! Muhalefetin yargı yoluyla susturulduğu, işlevsizleştirildiği bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Türkiye uzun zamandan beri ‘ yalandan’ bir demokrasidir.
Çerçi’nin katılımda yaptığı konuşma ve daha önce görevden alınan bakanların kullandığı üslup bunun açık bir göstergesidir. Çerçioğlu “Cumhurbaşkanı’nın himayesi ile hizmet etmeye devam edeceğini söyledi. İstifa eden bakanlar için ise hep ‘affını istedi’i’ ifadesi kullanılıyor. Ne demek CB’nin himayesi yahut affını istemek? Ülkede krallık mı ilan edildi? Bu ifadeler bir eşitler nizamı olan demokrasilerde asla telafuz edilemez. Kimse şu veya bu faninin himayesi altında değildir, herkes kanunların koruması altındadır. Bu ifadeler ancak hukukun yerini kişi iradesinin aldığı tek adam rejimlerinde konuşulur. Af, bir kusur veya yanlıştan dolayı muhatabından dilenen özürdür. Görevden ayrılırken bu kelimeyi kullanmak; “ senin gibi yüce bir şahsiyetin riyaseti altında çalışıp sana layık olamadığım için affet demektir. Kişinin kendini ezmesi, muhatabının egosunu şişirmesidir. O ego şişirildikçe zararını millet görüyor.
Parti değiştirmelerin bir vechesi de şudur:bu tip operasyonlar en büyük zararı muhalefete verdi vermeye devam ediyor.
Erdoğan, son on yılda neredeyse tüm muhalefet liderlerini yanına çekti. Süleyman Soylu öyle esip gürlüyordu ki, herkes “zinhar bunun yolu asla Erdoğan’la kesişmez” diye düşünüyordu. Bir gün baktık ki,kanat takıp AKP’ye uçmuş. Numan Kurtulmuş, “Harun olacağız diye geldiler Karun oldular”diyordu. O da bir gece ansızın Erdoğan’a biat etti. Destici’yi ise hiç söylemiyorum.Bir milletvekilliği için rahmetli Yazıcıoğlu’nun partisini nefsine alet etti. Şimdi bir o tarafa bir bu tarafa sallanıp duruyor.
Bahçeli ise öyle şeyler söylüyordu ki, kimsenin aklına bu da gider ihtimali gelmiyordu. O da gitti hem de öyle bir gitti ki,Erdoğan’la yapışık ikiz oldular. Son tüccar Sinan Ogan’dı. Erdoğan CB olmasın diye kendisine verilen oyları altın tepsi içinde Erdoğan’a sundu. Ancak tepside sadece milliyetçilerin oyları yoktu, kendi şahsiyeti, itibarı da vardı, onları da aynı tepsi içinde Erdoğan’ın ayakları dibine attı. Muhalefetin en büyük çıkmazı budur. Vatandaş gidenlere bakarak “ya bu kalanlar da bizi aldatıp giderse” diye muhalefete güvenip bağlanamıyor. Erdoğan’ın asıl hedefinin de bu olduğunu, böyle bir algı oluşturmak olduğunu düşünüyorum. Muhalefete güveni ne kadar sarsarsa vatandaşı o kadar kendine mecbur eder.Muhalif seçmende gittikçe pekişen ‘oy verecek parti ve lider mi var’ güvensizliği bu parti değiştirmelerden besleniyor. Sonuçta iktidar sandıkta kazanamadığını kazanıyor, muhalefet sandıkta kazandığını kaybediyor. Bir ülkede siyasi ahlak bitmişse her şey mübah olur. Hele bir de buna İslami bir kılıf bulunmuşsa… Her şeyi çürüttüler bir gün gidecekler ama arkalarında nesiller boyu temizlenemeyecek maddi ve manevi enkazlar bırakarak…

Devamını Oku