02 Eylül 2025 Salı
GÜRSEL EROL’DAN UYARI: “ELAZIĞ TEKRAR GIDA MERKEZİ OLMALI”
Cezmi Orkun yazdı..Milli Cephe
Semih Işıkver'den Elazığspor’a Dev Prim Desteği: “Bizler İnandık, Siz de İnanın!”
Av. Dr. İrfan Sönmez'in kaleminden...Bu din dili dindar üretmez!
Букмекерская Контора «париматч»: Обзор Компании И Ее Особенностей
Mustafa Gümüş Özbay'ın Kaleminden.....
HABER/ SERRA TAYLAN
Elazığ’ın coğrafi tescilli üzümlerinden başta ‘Öküzgözü’ üzümü olmak üzere Şifoni, Boğazkere gibi üzüm çeşitlerinden üretilen şaraplar Elazığ’ın tarihi şarap fabrikasında üretiliyordu. Yurt içi ve yurtdışında hem ülke hem de Elazığ için büyük bir ekonomik katma değeri olan şaraplar artık Elazığ’daki Şarap Fabrikası’nda üretilmeyecek. Şarap Fabrikası’nın işletmesini yürüten firma aldığı bir kararla üretim merkezini Tekirdağ’a taşıma kararı aldı. 2023 depremlerinde fabrika binasının aldığı hasar gerekçesi ile taşınan fabrika Elazığ için uzun vadede büyük bir ekonomik ve kültürel değer kaybı olarak görülüyor.
Fabrika taşınıyor, üreticiler tedirgin
Fabrikanın Elazığ içinde farklı bir alana taşınması ya da var olan fabrika binasının güçlendirilmesi gibi öneriler yapılsa da bu konudaki çağrılar yanıtsız kaldı. Ama firma aldığı kararla Şarap üretim faaliyetlerini Tekirdağ ve Niğde’deki tesislerine taşıdı. Üreticilerle de sözleşmesi devam eden firmanın üzümleri üreticilerden alacağı belirtilse de, üzüm üreticileri bunun kısa vadede devam edecek bir çözüm olduğunu belirtiyorlar. Elazığ için marka değeri taşıyan fabrikanın artık olmaması da üreticileri ve Elazığlılar’ı tedirgin eden bir başka konu.
Elazığ için ekonomik ve kültürel bir değer kaybı
Şarap fabrikası’nın kapanmasını üreticiler ve kanaat önderleri ile konuştuk.9. Köy’e konuşan üreticiler kuraklık,don gibi olaylardan dolayı dertli iken şarap fabrikasının kapanması ile uzun vadede daha da büyük sıkıntılar yaşayabileceklerini dile getiriyorlar. Elazığ’ın alanında uzman kanaat önderleri ise fabrikanın kapanmasının Elazığ’ın ekonomik ve kültürel kazanımlarına bir darbe olduğu görüşündeler.
Doç Dr. Hüsamettin Kaya: ‘’Üzümlerin evlet eliyle işletilmesini istedik hep. Ancak şimdi özelleşen fabrika da kapanıyor’’
Elazığ Üzüm Üreticileri Birliği Kurucu Başkanı ve Munzur Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Hüsamettin Kaya fabrikanın kapanmasının Elazığ için büyük bir kayıp olacağını kaydetti. Elazığ’ın üzümlerinin bir çoğunun coğrafi tescilli olduğunu ve bunun ekonomik bir değer taşıdığını ifade eden Kaya, fabrikaların özelleştirilmesinin neticesinde bu durumun yaşandığını söyledi. Kaya:” Üzüm üretimi konusunda Türkiye’nin en zengin çeşitliliğine sahip olan Elazığ’da sektör, yanlış uygulamalar üzerine yeterince gelişemedi. Özellikle özelleştirmelerden sonra sektörde üreticilerin mağduriyeti çok arttı. Devlet eliyle işletilmesini istedik hep. Ancak şimdi özelleşen fabrika da kapanıyor. Bu fabrika Cumhuriyet Döneminden bizlere yadigar kalan bir fabrikaydı. Kapanıyor olması bizleri üzdü. Bölgedeki üreticilere olan etkisi ve ekonomimize olan yansımalarını uzun vadede göreceğiz. ”
Birlik Başkanı Cengiz Öz:’’ Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan fabrikanın kapanması kültürel bir değerimizin yitirilmesi demektir’’
Elazığ Üzüm Üreticileri Birliği Başkanı Cengiz Öz fabrikanın kapanmasından duyduğu üzüntüyü hem maddi hem de manevi boyutları ile dile getirdi.
“Bu fabrika 1944 yılında kuruldu. Atatürk’ün talimatıyla onun vefatından yıllar sonra faaliyete geçen bu fabrika, ilimizde üretilen üzümlerden elde edilen şaraplarla ilimizde bir marka değeri taşımakta. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri ilimizde faaliyet gösteren fabrikanın kapanması kültürel bir değerimizin de yitirilmesi anlamına geliyor. Fabrika binasının güçlendirilmesi ya da yenilenmesi çözüm olurdu belki.Ancak firmanın aldığı karar bu yönde. Ne yazık ki bu yılın sonunda kapanacak. Bizler zaten ekonomik koşullar altında üretmekte ve ürettiğimizi satmakta zorlanırken, fabrikanın kapanma kararı bize ayrı bir üzüntü vermiştir.
”Öküzgözü” üzümünün yerinde işlenmesi gerekiyor’’
Konunun ekonomik boyutunu da değerlendiren Cengiz Öz, üreticilerin kaygılarının gün be gün arttığını söyledi. Fabrikanın kısa vadede üzüm alımına devam etse bile bir süre sonra maliyetler ve fiziki koşullardan dolayı bu durumun sona ereceğini düşündüklerini belirten Öz, sözlerine şöyle devam etti:
” Elazığ’da 110 bin hektar alanda yaklaşık 70-80 bin ton sofralık ve şaraplık üzüm yetişiyor. Özellikle ”Öküzgözü” üzümünün yerinde işlenmesi gerekiyor. Ancak şimdi bu ürünler bizden alınsa da uzak bir yere nakledilecek. Üretici maliyetler altında ezilirken bu belki fiyat kırımına yol açacak. Dahası bu alımlara ne kadar süre devam edilecek bilmiyoruz. Bu üretim ayağındaki kaygılar. Ancak işin bir farklı boyutu da çalışanlar açısından. İşe devam etmek isteyenler şehirden taşınmak zorunda kalacak .Ya da işsiz kalacaklar. ”
Üretici Ayçin Öztürk:’’ Fabrikanın kapanmasını Elazığ ve Elazığlılar için büyük bir kayıp olarak görüyorum.’’
Üzüm üreticisi Ayçin Öztürk de şarap fabrikasının kapanmasından dolayı büyük bir üzüntü yaşadıklarını söyledi. Fabrikanın bir Cumhuriyet mirası olması açısından daha da büyük bir önem taşıdığını ifade eden Öztürk bir üretici olarak en çok bu duruma üzüldüğünü belirtti. Öztürk:” Cumhuriyet döneminin bir çok yapısı ya özelleşti, ya kapandı. 2004 yılında özelleştirme ile bir firmanın işletmesine geçen fabrikanın kapanmasını Elazığ ve Elazığlılar için büyük bir kayıp olarak görüyorum. Bunun dışında ilimiz ekonomisi için de büyük bir kayıp olacak.Br çok üretici üretimden vazgeçmeye hazırlanıyor. Keza ben de onlardan birisiyim.. Hemen hepimizin aklında şu soru:”Üzümlerimizi firma ne zamana kadar alacak? Nakliye, işçilik vb konularından dolayı fiyatlarda kırım olacak mı? Ya da bunlar olmasa bile firma bu durumu ne kadar sürdürecek? Biz fabrikanın kapanma kararını geçen yıl duyduğumuz ilk andan beri bu kaygıları taşıyoruz. İlimiz ileri gelenleri öneriler sundular. Ama ne yazık ki somut bir adım atılmadı”
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Onursal Başkanı Mehmet Çağlar:’’ Elazığımızın özel şarabının hikayesi burada bitmesin’’
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Onursal Başkanı Mehmet Çağlar da Elazığ’ın şarap üretimi konusunda köklü bir geçmişe sahip olduğunu söyledi. Kapanan fabrikanın binasının Elazığ’a bir müze olarak kazandırılması gerektiğini ifade eden Çağlar, Cumhuriyet döneminden günümüze Elazığ’ın ödüllü şaraplarının ve coğrafi tescilli ürünlerinin tarihini gözler önüne serecek bir müze haline getirilmesinin yerinde bir karar olacağını belirtti. Çağlar:” Şarap, tarih boyunca insanlık kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuştur. Günümüzde dünya şarap tutkunları farklı damak tatları için yeni yerler keşfetmek istiyorlar. Bu nedenle şarap turları düzenliyor. Bu turlar hem şarap imalathanelerini ziyaret etmek hem de farklı ülkelerin kültürlerini tanıma fırsatı sunmaktadır. Bu bağlamda Elazığ, gerek ürettiği özel şarabı ve gerekse bu bölgede yetişen öküzgözü ve boğazkere üzümleri ve en önemlisi tarihi ve kültürü ile büyük bir zenginliğe sahiptir.Bu açıdan bakınca kararlılıkla bu fabrikayı kapatmak yerine, onu işleterek Elazığ’ı farklı çözüm arayışları yerine bu yönü ile turizme açalım. Elazığımızın özel şarabının hikayesi burada bitmesin.”diye konuştu.
SERRA TAYLAN
Hayat hepimiz için zig zaglı, sağlı sollu, güldürüp ağlatmalı..Bir şekilde devam ediyor. Herkesin günlük olarak yaşadığı sevinçleri, iyleşmesini bekledikleri yaraları, düzeleceğine inandıkları ya da inanmadıkları kederleri de…Ama hepinden önemlisi.Her şeyin güzel olacağına dair umutları var.Umutlarımız var….
Şimdi size güzellemelerden ya da karamsarlıklardan bahsetmeyeceğim. Hepimizin aklına gelen, geldiği gibi giden sessiz bir ortak paydamız var. İnanmak.Adına ne dersek diyelim hepimizin bir şekilde inanıp bağlandığı bir güç var. Ve en zor anımızda bile ona tutunmanın verdiği bir haz var. Ha bir de bu inancımızı zedeleyen insanlar ve olaylar var. Benim inancım var. Ve inançla bağlandığım yaradımdan umudum var. Bir gün her şey güzel olacak. Kötü dediklerimiz cezalandırılacak. İyiler mi. Ödüllendirilecek belki.Ama bir çoğu ödülünün farkına bile varmayacak.
Şimdi siz düşünüyorsunuzdur.Ne diyor bu? Hemen hepimizin kendi iç sesimizle tartıştığımız şeyleri diyorum aslında. Bazan farketmediğimiz ya da sonradan kendimizle didişirken bir anda kafamızda bir aydınlanma yaşadığımız şeyler bunlar. Sokağa çıksak.Karşılaştığımız herkese sorsak.Hepsi haksızlığa uğradığını söyleyecek. Ama öyle sanıyorum ki hiç kimse ben de şurada şu haksızlığı yaptım diyemeyecek. Çünkü kimse kendine çuvaldızı batırmayacak.
Yani insan insanın kurdudur demeyecek.Çünkü baktığımızda hemen her insanın mutsuzluğuna başka insan veya insanlar sebebiyet veriyor. Hiç bir köpek bana saldırdı, bir kedi bana kötülük etti diyen insan gördünüz mü? Çekirdekten başlayayım yorumlara kendimce. Evli bir kadın mutsuzsa eşi yüzünden mutsuz.Bir apartmanda komşular birbirlerinden dolayı mutsuzsa yine insanın insana yaptığından geliyor. Dolandırılan bir kişi acı çekiyorsa dolandıran insan yüzünden. Akran zorbalığına uğrayan bir genç ya da çocuk yine insan yüzünden mutsuz.
Hadi genele geçelim. Geçim sıkıntısı yaşayan birisi çalıştığının karşılığını alamadığı için yani işvereni yüzünden mutsuz. Yani mutluluğumuz da, mutsuzluğumuz da bir zincirin halkaları gibi tek bir şeyden kaynaklanıyor. İnsandan. Düşünen, konuşan, üreten, iletişim kurabilen insandan.Eşref-i mahlukat denen bizlerden kaynaklanıyor. O kadar geniş bir konu ki bu. İşin özü, şu kısa ömrümüzde kırmadan, dökmeden, kendi mutluluğumuz için çırpınırken kibir ,hırs ve egolarımıza yenik düşerek diğer insanları çiğnememekten geçiyor mutluluk.
Bu işin bireysel ilişkilerde olan kısmı.Bir de kitlesel mutsuzluklar var. Bence bu gün ülkemizde yaşanan tam da bu.Biz mutsuz insanlar ülkesi olduk.Ekonomik koşullarda herkes her zaman geçinmek için verdiği mücadelenin diğer zamanlara göre daha zorlu ve yıpratıcı olduğunu hissediyor. Gününü kurtarma derdine düşmüşken geleceğinin hesabını yapamıyor bile. Bu bir mutsuzluk sebebi.Farkında olmasak da.
Bir inanca, siyasi ideolojiye bağlanmak insanların birbirlerine karşı bakışlarında ayrışmalarına neden oluyor. A ideolojisine sahip kişi, B ideolojisindeki kişiyi yok sayıyor. B ideolojisindeki kişi de varlık göstermek için A ideolojisindeki kişiyle savaşıyor. Bu işin sonu toplumların yönetim anlayışına dayanıyor. Ekonomi, ideoloji, siyasal farklılıklar, senciler, benciler, Aliciler, Veliciler…Çok renkli ve demokratik olarak gerekli olan farklılıklar bir savaşın materyali haline geliyorlar. B kime mi yarıyor. Bizi, toplumumuzu idare etmeleri için yetki verdiğimiz yöneticilere yarıyor. Biz savaşalım ki onlara taraf olalım. Onlar taraftar kazansın ki gücü ellerinde tutsunlar. Gücü elinde tutan diğer tarafa hükmetsiz. sonu gelmeyecek, sürekli yeni meydanlar açacak bir savaş bu. O savaşın bir tarafı olursak da fillerin tepinmesiyle ezilen çimenler olmaya devam edeceğiz. Dedim ya. Siyasi, ideolojik farklılıklar ve bunun getirdiği rekabet her daim olacak. Kabul ettik bunu.Ama bu rekabet savaşa dönüştüğü zaman mutluluk denen kavram bizlerden çok uzaklaşacak. Sorgulamadan, ne için savaştığımızı dahi bilmeden, birbirimizin mutsuzluğuna yol açarak geçecek ömürlerimiz. Ve filler çimenleri hep ezecek.Filler değişecek belki ama ezilen çimenler hep aynı kalacak.
O nedenledir ki mutluluk ve inançtan girdim konuya. Biz, mahallemizde, şehrimizde, ülkemizde ve dünyada. Barış,anlayış ve uyum içerisinde yaşamaya çalışmalıyız. ‘Ben günümü kurtarayım banane diğerlerinden’demeden. ‘Ben karnımı doyurayım o isterse açlıktan ölsün’ diye düşünmeden. ‘Orada şu kadar insan ölmüş.Aman banane benim ülkemde sıkıntı yok’ demeden…’Şurada deprem olmuş, çok şükür ki müslüman değiller’ diye sevinmeden.
Yani ölen de insan, kaybolan da insan, aç kalan da insan, acı çeken de insan…O acıları hissetmek ise insanlıktır…
HABER/ SERRA TAYLAN
Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar Oda Başkanı Zülfü Tarhan, esnafların yaşadıkları sıkıntılı süreçleri atlatabilmeleri için faizsiz kredi desteği verilmesini istedi. özellikle yiyecek sektöründeki işletmeler için KDV alım satım oranlarındaki farktan dolayı esnafların zarar ettiğini ifade eden Tarhan bu konuda yetkililere seslenerek çözüm çağrısında bulundu.
% 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur
Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar oda başkanı Zülfü Tarhan pandemi, depremler ve ekonomik krizin etkilerini atlatamayan esnafların çok zor durumda olduğunu söyledi. Yiyecek sektöründe esnafların büyük oranda iş kaybı yaşadıklarına vurgu yapan Tarhan, devletin esnafları kalkındırabilecek kredi desteği istekleri olduğunu söyledi. Lokanta ve restoranların alış ve satış rakamları arasındaki KDV oranları arasında büyük bir fark olduğuna da değinen Tarhan KDV farklarının kaldırılması gerektiğini söyledi. Konu ile ilgili açıklama yapan Tarhan şunları söyledi: ”Bizlerin her platformda dile getirdiğimiz bir nokta var. Esnaf ve sanatkarlar son bir kaç yıldır çok büyük bir sıkıntıda. Elazığ esnaflarının sıkıntısı 2020 depreminden sonra başladı. Deprem sonrası Dünya2da ve ülkemizde yaşanan pandemi süreci, bu süreçte esnafın yaşadığı sıkıntılar, müşteri sirkülasyonunun düşmesi, ticaret şartlarının tıkanması, dönmemesi esnafın eksi bakiye veya borçlanması ile sancılı süreçler yaşadı. Sonrasında bunların sıkıntılarını atlatamadan ülkemizde yaşadığımız ve hala devam eden ekonomik krizin sıkıntılarını maalesef esnaf ve sanatkarlar yaşadı. Bu noktada tabi ki bütün esnaf ve sanatkarlarımız yani her meslek gurubunda hizmet veren esnaf ve sanatkarlarımız bu zor süreçlerden geçti. Ancak bu süreçlerin içerisinde bir kat daha zorluk yaşayan kesin vardı ki bunlar da yeme içme sektöründe hizmet eden insanlarımızdı. Dolayısıyla bu zor süreçlerde ki; biliyorsunuz pandemi sürecinde kapalı bırakıldık, sonrasında paket servisle veya belirli saatler çerçevesinde hizmet vermek zorunda kaldık. Bu süreçlerde gider kalemlerimizin çok olmasından dolayı maalesef ciddi gelir kaybı yaşadık.Akabinde ekonomik krizden dolayı hala daha büyük sıkıntılar yaşıyoruz.”
”Gıdaların bizlere, işletmelere girişi % 1 iken sattığımız yemeğin, pastanın, tatlının çıkışı ise % 10 KDV li.”
Artan maliyetlere karşılık gelir kaybı yaşayan sektör esnaflarının sırtında KDV girdi çıktısı arasında % 92luk bir fark olduğunu ifade eden Tarhan, işletmelerin ürünleri %1 KDV ile aldıklarını ama ürünlerden üretilen yiyecekleri ise % 10 KDV ike sattıklarını belirterek aradaki % 9 luk vergi giderinin esnafa yüklendiğini söyledi. Bu konuyla ilgili olarak iyileştirme yapılması gerektiğini ifade eden Tarhan :
”Bir yanda artan maliyetler, kira giderlerimiz, SGK, Bağ kur giderlerimiz, kullanmış olduğumuz malzemelerin artması, gider kelmlerimizin artması, diğer taraftan da hizmet ettiğimiz müşteri sirkülasyonunun azalmasından dolayı yani insanların alım gücünün düşmesinden dolayı çok rahatlıkla gidip bir yerlerde yeme içme faaliyetlerini gerçekleştiremiyorlar. bundan dolayı müşteri sirkülasyonunda ciddi bir azalma var. Maalesef gelirimiz giderimizi karşılayamayacak bir hal almış durumda. Tabi bunun yansıra uzun bir süreçten beri sektörümüzle alakalı olarak yaşanan KDV sıkıntımız mevcut. Pandemi sürecinde Sayın Cumhurbaşkanımız temel gıdalarda KDV oranını % 1’e çekerek raf fiyatlarına yansıması amaçlanmıştı. ancak bu raf fiyatlarına yansımadığı gibi % 1 oranındaki KDV bizim sektörümüze bir kambur olarak yansıdı. çünkü almış olduğumuz temel gıdaların bizlere, işletmelere girişi % 1 iken sattığımız yemeğin, pastanın, tatlının çıkışı ise % 10 KDV li. Dolayısı ile % 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur, ciddi anlamda bir yük. Biz bunu defalarca dile getirmemize rağmen maalesef yetkililer bu güne kadar bu noktada yetkililerden bir çözüm bulamadık. Bizlerin de buradaki mağduriyetini bir tarafa bırakın, devletin esnaftan vergi toplama noktasında bu kadar ciddi olduğu bir süreçte maalesef temel gıdada en büyük ciroları yapan market zincirlerinin ekmeğine yağ sürdüğünü gözlemliyoruz. bu noktada onların yapmış oldukları satışlarda çok ciddi anlamda devletin vergi kaybı olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunu da yetkililere iletelim.” diye konuştu.
”Haftada bir gün dışarda yemek yiyen bir aile artık ayda bir bile dışarda yemek yiyemeyecek hale geldi.”
Yeme içme sektöründe ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Tarhan, insanların alım gücünün düşmesi ve ekonomik sıkıntılarından dolayı dışarda yeme içme alışkanlıklarından vazgeçtiğini belirterek bu durumun sektördeki esnaflar açısından büyük bir darboğaza yol açtığını söyledi. Esnafların yaşanan ekonomik darboğazdan kurtulabilmesi için devletin faizsiz kredi desteğinde bulunması gerektiğini ifade eden Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü:
”Sektörümüzde ciddi anlamda sıkıntılar var. İnsanların, emeklinin, asgari ücretlinin hali maalesef ortada. bundan dolayı insanların alım gücü yok. Bu nedenle insanlar dışarda çok rahat tüketemiyor. Lokantalarda, pastanelerde, tatlıcılarda yeme içme sektörü alanlarında yiyip içip zaman geçirme noktasında maalesef şanslı olamıyorlar. Bundan dolayı işletmelerimizin sirkülasyonlarında ciddi anlamda azalma var. Çünkü düşünün; haftada bir gün dışarda yemek yiyen bir aile artık ayda bir bile dışarda yemek yiyemeyecek hale geldi. bunun ötesinde insanlar mecburi ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor. Hal böyle olunca ister istemez bu esnafa yansıyor.”
”Vatandaş, dışarda yemek yiyecekken artık dışarda bir simitle ya da aç olarak günü kurtarma derdine, arayışına girmiş durumda”
”Vatandaş bir gömleği bir ay giyecekken bir sene giymek için artık çaba sarf ediyor. Veya dışarda yemek yiyecekken artık dışarda bir simitle ya da aç olarak günü kurtarma derdine, arayışına girmiş durumda. Dolayısı ile piyasanın canlandırılması lazım. Esnaf ve sanatkarımız ülkemizin ve şehrimizin mihenk taşıdır. Güçlü esnaf ve sanatkar güçlü şehirleri, güçlü ilkeyi inşa eder. Bu noktada esnaf ve sanatkara faizsiz, can suyu olabilecek şekilde faizsiz kredi desteği olanağının sağlanması gerekiyor. Mutlaka piyasayı canlandırmak için bazı tedbirler alınmalı. Vatandaşımızın, emeklinin, memurun, asgari ücretlinin alım gücünün daha da arttırılması noktasında bazı çalışmaların yapılması lazım .Temennimiz bu yolda. aksi takdirde bu sıkıntılarımız devam edecektir.”
Elazığ Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Fırat Canbay sektörün yaşadığı sıkıntılar üzerine bir değerlendirmede bulundu. Devletin arı yetiştiricileri için yaptığı destek ödemelerinin henüz yapılmadığını ve bu durumun üreticileri sıkıntıya soktuğunu ifade eden Canbay, Türkiye genelinde bal üretiminin düştüğünü ancak son 5 yılda Elazığ’da bal üretiminde büyük bir düşüş olduğuna dikkat çekti. Canbay devletin 2024 yılına ait olan destekleme ödemelerini henüz yapmadığını hatırlatarak .” Desteğin verildiği bu miktarların güncellenmesi lazım. Bize bu 120 liralık destek açıklandığında geçen sene bahar ayları idi. Ama geldiğimiz nokrada biz Nisan ayı içerisindeyiz.120 lira kovan başı destek verilecekti. Ama hala biz bu desteği alamamışız. O günün şartlarında 120 TL satın alma noktasında baktığımızda güzel bir rakamdı. Ama bu gün maalesef 120 lira bizim açımızdan çok da olumlu bir rakam olmaktan çıkmış. Bunun ötesinde desteklerin zamanında verilmesi çok kıymetli.” dedi.
”Elazığ’da son 10 yılı baz aldığımızda bal üretimi 12 kiloya düşmüşken son 2 yılda 5-6 kilograma kadar düştü”
Elazığ Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Fırat Canbay Elazığ’da kovan başı bal üretiminin 12 kilogramdan 5-6 kiloya kadar gerilediğini ve son yıllardaki iklim değişikliklerinin bu düşüşte çok etkili olduğunu söyledi. Doğa olaylarındaki ani değişimlerin üretime olumsuz etkisi olduğunu ifade eden Canbay:
”Arı, doğayla temaslı bir canlı. Netice itibarı ile arıcılık sektöründeki verimlilik doğanın verimliliği ile paraleldir. Doğayla teması yaklaşık % 75. Arıcının burada katkısı ise % 25 civarında. Dolayısıyla arıcının etkisi dörtte bir oranında. En çok etki doğaya bağlı. Doğa ne kadar verimli olursa, doğadaki olumsuz olaylar ne kadar asgari ve az olursa, arıcılık sektörü de o kadar verimli olur. ancak baktığımız zaman son 5 yıldır bölgemizde olumsuz iklime bağlı değişik durumlar yaşadık. Bu dolayısıyla verime, canlı materyal kaybına yansıyor. Bunu şöyle ifade edelim. Kovan başına rekolte son iki yıldır 5 ila 6 kilograma kadar düştü. Türkiye ortalaması kovan başı rekoltede 15 kilogram. Elazığ’ın ortalaması son 10 yılı baz aldığımızda12 kiloya düşmüşken son 2 yılda 5-6 kilograma kadar düşme seyri gösterdi. Bunun da en önemli sebeplerinden biri doğadaki olumsuz olaylar. ilkbahar ve sonbahar kavramları hemen hemen kayboldu. Yazdan kışa, kıştan yaza geçiyoruz. Dolayısı ile canlı materyal dediğimiz arı çok hassas bir varlık. Ve bu geçişlerde bir adaptasyon gerekiyor. Yüzyıllardır bu bölgede arı varlığı oluşmuş, canlı bir materyal oluşturmuş. Bu bölgeye adapte olmuş bir bitki yapısı var. Bio çeşitlilik var. Dolayısı ile küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı bu olumsuz gelişmeler sektörde maalesef verimliliğe yansıdı. Şu anda kovan başına 5-6 kilogramlık bir rekolte elde ediliyor. Baktığınızda bu sürdürülebilir mi? Sürdürülebilir değil. Çünkü rekoltenin 12 kilogram altına düşmemesi lazım. ” dedi.
”Arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar.Şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. ”
Arı yetiştiricilerinin girdi maliyetlerinin arttığına değinen Canbay, devlet tarafından üreticilere verilecek olan 2024 yılına ait destek ödemelerinin henüz yatmadığını söyledi. artan girdi maliyetlerine karşılık destek ödemelerini alamayan üreticilerin sıkıntı yaşayacağını ifade eden Canbay konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi:
”Devletin vermiş olduğu devletlere baktığımız zaman geçen yıl kovan başına 60 TL doğrudan destek veriyordu. Bu sene bu doğrudan desteği 120 TL’ye çıkardı. Aslında artış güzel. Beklediğimizin üstünde bir artış oldu. Bir önceki yılda bu kadar artış gösterilmedi. Ama ne yazık ki, şunu hep ifade ediyoruz. Desteğin verildiği bu miktarların güncellenmesi lazım. Bize bu 120 liralık destek açıklandığında geçen sene bahar ayları idi. Ama geldiğimiz nokrada biz Nisan ayı içerisindeyiz.120 lira kovan başı destek verilecekti. Ama hala biz bu desteği alamamışız. O günün şartlarında 120 TL satın alma noktasında baktığımızda güzel bir rakamdı. Ama bu gün maalesef 120 lira bizim açımızdan çok da olumlu bir rakam olmaktan çıkmış. Bunun ötesinde desteklerin zamanında verilmesi çok kıymetli. Bizim sektörde arıcılar Şubat ayında aktif olarak saha inerler, çalışmaya başlarlar. En önemli çalışma olarak kolonilerini güçlendirerek mevsime yetiştirmek. Bundan dolayı nektar ve polen akışlarına doğru seyir yapar, arıları oraya taşırlar. Bu da bir girdi kalemidir. Nakliye yapacaktır bunun için bir takım nakit ihtiyaçları oluşur veya arısı kıştan çıkmıştır ve bunlara bir takım parazit aşılaması veya oluşan olumsuz hastalıklardan kaynaklı bir süreç başlıyor. Ve bundan dolayı bir girdi kalemi oluşuyor. Veya bunun gibi arısını geliştirmek için bir takım çalışmalar yapacaktır besleme desteğine tabi tutacaktır. Yine bunun için bir girdi ihtiyacı oluyor. İşte arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar. Özellikle martın sonuna kadar devam eder. Ancak ne yazık ki şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. Mayıs ayı içinde yatırılacağı ifade ediliyor. Bu da sektöre verimsizlik olarak yansıyacaktır. Çünkü arıcı cebinde para varsa nakliye yapacak, arısına bakım yapacak. Eğer yoksa bunları öteleyecek. Ötelediği zaman da sezonu kaçırmış olacak. Biz burada bahsettik. Verim düşüyor ama, bundan dolayı da başka düşüşlerle de karşı karşıya kalabilir.”
”Gıda güvenliğinin oluşturulmasında denetimlerin sıklaştırılması,cezaların da caydırıcı olması gerekiyor”
Piyasada bulunan sahte ürünlere de dikkat çeken Canbay 2024 yılı itibarı ile açıklanan rakamlar doğrultusunda bir kilogram balın üretim maliyetinin 261 lira olduğunu söyledi. Piyasada satılan sahte ürünlere karşı yetersiz denetimler olduğunu ifade eden Canbay bu ürünlerin gerçek balların pazarda yer bulmasının önünde büyük bir engel teşkil ettiğini belirtti. Canbay sahte ürünlere karşı verilen cezaların da catdırıcı oloması gerektiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
”Sahte bal konusunda devreye gıda güvenliği giriyor. Bizlerin de en muzdarip olduğumuz konulardan bir tanesi. Eğer sahada gıda güvensizliği var ise sektörümüz de nasibini alır. Çünkü gıda güvenliğinde eksiklik varsa arıcılarımızın üretmiş olduğu raf ürünlerinde yer alan ürünlerimiz değerini göremez. Maliyetler ortada. Geçen yıl genel merkezimizin yaptığı açıklamaya göre bir kilo balın maliyeti 261 TL. Dolayısı ile 261 TL’nin altında satılmaması gerekiyor. Ancak piyasada düşük rakamlı ürünler görüyoruz. Biz bunlara sahte bal demiyoruz. Balın sahtesi olmaz. Sahte ürünlerdir. Bunlar glikoz içerikli ürünler. Tamamen gıda terörü olarak tanımladığımız tüketici için ciddi tehdit olan ürünlerdir. Bu noktada gıda güvenliğinin oluşması lazım. Gıda güvenliğinin oluşması için paydaş kurumların gıda denetimlerini sıkılaştırması gerekiyor. Dolayısı ile denetim ne kadar sıkılaştırılırsa gıda güvenliği de o kadar oluşacaktır. Sadece gıda güvenliğinin oluşturulmasında denetimlerin sıklaştırılmasından ziyade verilen cezaların da caydırıcı olması gerekiyor. Caydırıcı bir ceza var mı? Ne yazık ki kişi kamu kurumlarının denetime takılıp cezasını ödüyor ve tekrar aynı şekilde devam ediyor. O nedenle cezaların caydırıcı olması gerekiyor. Caydırıcı olursa gıda güvenliği olacak ve bizim sektörde de sürdürülebilirliğe bir katkısı olacak. Balda tüketici şunu ayırt edemez. Rafta gördüğü ürünü satın alır. Satın alır ama ürünün iyisini ayırt etmek için laboratuvar koşullarında analize tabi tutması lazım. Gıda kodeksinde belirli parametrelerin analizi şarttır. Bu yapılmadığı sürece hiç bir tüketicinin bu doğru üründür deme şansı yoktur.!”
”Bu gün piyasada gıda güvenliği oluşturulursa tüketici noktasında bu gün bizlerin ürettiği ürünler çok rahat karşılık bulur.”
Piyasada gıda güvenliğinin oluşması konusuna da dikkat çeken Fırat Canbay, tüketicinin bal tercihinde fiyat politikasını öncelikli tuttuğunu söyledi. Canbay arı yetiştiricilerinin ürettiği gerçek balların pazarda yer almakta zorlandığını belirterek:
”Bu gün piyasada gıda güvenliği oluşturulursa tüketici noktasında bu gün bizlerin ürettiği ürünler çok rahat karşılık bulur. Bu gün sektördeki en önemli sorunlardan birisi ürünlerimize pazar bulamayışımızdır. pazar bulamama sebeplerimizin en önemli sebeplerinden birisi piyasada sahte ürünler aşırı derecede fazla. Ürettiğimize pazar bulamıyorsak ki bu Elazığ ortalamasında 5-6 kg ‘dan bahsediyoruz. Ortalama kovan varlığımıza göre 500 tona tekabül eder. Elazığ’ın nüfusunu 500 bin kişi olarak düşünsek bile ortalama kişi başı bir kilogram tüketim olması gerekiyor. Ki böyle bir tüketim var. Ama Nisan ayına gelmişiz. Üreticilerimizin elinde hala 2024 yılından kalma ürünler var. Bunun da en büyük sebebi bizler raf ve standlarda yer alamıyoruz. Maliyet 261 lira dedik.Bu 2024 yılına ait maliyetler.2025 yılı belli değil. Dolayısı ile fiyat politikası üzerinden alışveriş yapan tüketiciler, düşük fiyatlara rağbet gösteriyorlar. Tabi denetimler de yetersiz olunca tüketici oradaki alışveriş politikasını fiyata göre değerlendirip ucuz olana yöneliyor.Dolayısı ile de bizlerin elinde ürünleri kalıyor” dedi.
HABER/SERRA TAYLAN
Elazığ’da 2020 ve 2023 depremlerinden sonra kurulan Kırklar Mahallesi Konteyner kentte oturan kiracı depremzedeler konteyner kentten çıkartılıyorlar. Geçtiğimiz günlerde taraflarına Elazığ Valiliği’nden gönderilen bir tebligatla konteynerleri boşaltmaları istenen depremzedelere Haziran ayına kadar süre tanınacağı belirtilmişken Elazığ Valiliği görevlileri tarafından bir an önce konteyner kentleri boşaltmaları istenen kiracı depremzedeler hak sahipliği talep ediyorlar. Kendilerine sosyal konut verilmesini isteyen vatandaşlar gidecek yerlerinin olmadığını belirterek tepki gösterdiler.
”Nereye gidecek bu insanlar, bu yetimler.”
Konteyner kentte yaşayan 75 yaşındaki Ali Polat, konteyner kentten çıkartıldığı takdirde gidecek yeri olmadığını söyledi. Herhangi bir gelirinin olmadığını ifade eden Polat gerekirse konteyner kentte para ödemeye razı olduklarını belirtti. Polat yetkililere çağrıda bulunarak:” Ey yetkililer! Ülkenin yetkilileri kırıp atacaksınız. Götürün boş bir alana bırakın biz orada oturalım. Gerekirse parayla oturalım. Taksit taksit öderiz. Nereye gidecek bu insanlar, bu yetimler. Maaşı olmayanlar, hasta insanlar nereye gidecek? Ben 60 sene vergi ödedim. Ne olacak yani? Sosyal konut, deprem konutu gibi boş arazilerde gideriz. Başka bir alana götürsünler. Gidecek yerleri yok. Benim 5-6 hastalığım var. Yürüyemiyorum. Devlet beni düşünmüyor mu? Bu insanları. Çocuklar var. Maaşı olmayanlar var. Kaç kuruş alıyoruz maaş. Ne bileyim .Geldikleri zaman gerekeni konuşuruz yine.” dedi.
” Hükümetimiz parasal yönde her başı sıkıştıkça çareyi bizleri buradan atmakta buluyor.”
Konteyner kente yaşayan İbrahim Hakkı İncel konteyner kentten çıkması durumunda gidecek yerinin olmadığını ve çalışacak durumda olmadığını söyledi. Konteyner kentten çıkarılmak istemelerine tepki gösteren 79 yaşındaki İncel: ” Hükümetimiz parasal yönde her başı sıkıştıkça çareyi bizleri buradan atmakta buluyor. Ben 79 yaşında kalp, KOAH ve romatizma hastasıyım.Devletin vermiş olduğu 4 bin 500 lira yaşlılık maaşıyla geçiniyorum. Var mı bu paraya kiralık daire. Her ne kadar hak sahibi olmasam da bu ülkenin vatandaşıyım. Dışardan yabancıları getireceklerine, devlet olarak görevlerini yapıp aylık gelirime göre taksitle sosyal konut yaparak bana da bir ev versinler. Çıkıp gideyim. Görüyorsunuz günün 8 saatini oksijen makinesine bağlanarak geçiniyorum. İnsanda biraz vicdan ve merhamet olmalı. Ortada garibanlara çadır açıp yaşayacak kamu alanı bile bırakmadılar. Kendilerini kurtaracaksa kalan eşyalarımı da onlara bırakıp gideyim. Oksijen cihazımı fişini de burnumun deliklerine takayım. Yazıklar olsun böyle yöneticilere. Başka ne diyeyim” dedi.
”Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var?”
Aldığı maaşla geçinmekte zorluk yaşadığını ifade eden Sevim Erkan da devlet yetkililerine yardım çağrısında bulundu. Yaşadıkları sıkıntıyı” Burada valimiz geliyor bize imza attırıyor. Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var? ” diyerek dile getiren Erkan şunları söyledi:
”Biz Aşağı Demirtaş Konteynerlerinde oturuyorduk. Ahıska Türkleri gelince bizi oradan çıkartmak istediler. ‘Biz sizi dışarı atmıyoruz, sadece yerinizi değiştiriyoruz’ dediler. Bizi oradan buraya getirdiler. Bize kalıcı bir yer, bir konut verin. Bizi oradan oraya taşıyıp durmayın. Biz konteyner kentte kalmaya meraklı değiliz. Ama bize kalıcı bir yer verin. Bizim de yerimiz belli olsun. Aldığımız üç kuruş parayla da eve gidemeyiz. Bu günkü şartlarda ne kiraya çıkabiliriz, ne de bir şey alabiliriz. Aldığımızı kiraya versek ne yiyip, ne içeceğiz. Biz de bilmiyoruz nasıl yapacağımızı? Devlet büyükleri bize bir çare bulsun. Burada valimiz geliyor bize imza attırıyor. Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var? Babamızdan, annemizden kalan bir yerimiz yok. Dedemizden kalan yerimiz yok. Burada ortada kalmışız. Bize de bir çözüm bulun. Bizi de evlere yerleştirin. Oradan oraya bizi gezdiriyorlar. Şimdi de tamamen çıkın diyorlar. Nereye gideceğimizi biz de bilmiyoruz. Bizden iki yıl sonra gelen Ahıska Türklerini nasıl etap etap ev yapıp gönderdilerse , ev verdiyseler Bitlis Ahlat’ta bize de versinler. Biz de Elazığlıyız. Elazığ’ın dağı, taşına ev yapılmış. Bize de cüzi bir ödemeyle ev versinler.”
”Asgari ücretin altında maaş alıyorum. İki tane çocuğum var.”
Koneynerkentte imkansızlık nedeni ile kaldıklarını belirten Pınar Güler de devletten sosyal konut talep ettiklerini belirterek:
”Konteyner kentte oturuyorum. Devletimizden ev istiyorum. Asgari ücretin altında maaş alıyorum. İki tane çocuğum var. Devletimizden sosyal konut istiyorum.” dedi.
Konteyner kette kalan Remziye Dağ isimli vatandaş da hiç bir gelirinin olmadığını ve gidecek yeri de olmadığını söyledi.Dağ:
”Oradan oraya sürükleniyoruz. Benim maaşım yok. Babamdan kalma maaşım var. Onunla da ben nereye gidebilirim. Bize de Ahıska Türkleri gibi ev versinler. Biz beleş de istemiyoruz. Taksitle ödeyelim. Bizi oradan oraya sürüklüyorlar. Bu devlet niye bize sahip çıkmıyor? Sosyal konut talep ediyorum.”diye konuştu.
”Kağıtlara çoğumuz imza atmadık. Çünkü beklentilerimizi söyledik.”
Kendilerine Haziran ayında çıkarılmaları için bir kağıt geldiğini ifade eden Müzehher Mutlu, 2 aylık bir süre varken AFAD yetkililerinin polisler ile konteyner kente geldiğini söyledi. Mutlu yaşanan süreci şu ifadelerle anlattı: ”Bize dün konteyner kentten çıkarılma konusunda kağıtlar geldi.2 ay sonra haziran ayında çıkacaksınız dediler. Üzerinde valilik mühürü hiç bir şey yok. 2 ay sonra çıkacaksınız dediler. Kağıtlara çoğumuz imza atmadık. Çünkü beklentilerimizi söyledik. Bu gün zabıta ve polisle kapımıza gelmişler. AFAD müdür ytardımcıları, AFAD yetkilileri polislerle gelmişler. İmza konusunda mı geldiler* Bilmiyorum. iki aylık süre veilmişken neden böyle yapıyorlar emin değiliz. Gelmelerini bekliyoruz şu anda ”
”Elimizdeki maaşımızla geçinme imkanımız bile yokken biz kiraya nasıl geçelim?”
Depremde 3 katlı evi yıkılan ve 3 daire yerine sadece bir hak sahipliği aldıklarını ifade eden Müzehher Mutlu evlerini yaptıramadıklarını ve maddi gücü olmadığı için kiraya çıkamadıklarını belirtti. Mutlu devletten sosyal konut talep ettiklerini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
Biz 2020 depreminden bu yana konteyner kentte kalıyoruz. Orada kaldığımız sürece bize sürekli kağıtlar gelirdi. Boşaltacaksınız, çıkacaksınız diye. Çıkmadık. Çünkü gidecek yerim yoktu. Benim evim Çevre ve Şehircilik tarafından yıkıldı. 3 Katlı evimize karşılık bir daire verildi. O evi de annem aldı. Geriye kalan kardeşler de konteyner kentte ya da kirada yaşamaya başladık. Üç yıldır mahkeme sonuçlarını bekliyoruz. Sonuç da alamadık. Biz Aşağı Demirtaş konteyner kentte idik. Bizi oradan buraya gönderdiler. ”Sizi sokağa atmıyoruz. Gidecek yer veriyoruz” dediler. Şimdi de gelen kağıtlarda çıkacaksınız diyorlar. Bir yer de göstermiyorlar. Elimizdeki maaşımızla geçinme imkanımız bile yokken biz kiraya nasıl geçelim? Ben küçük kızımla yaşıyorum. Elimdeki maaş belli. Biz devletimizden sadece şunu istiyoruz: Oraya, Aşağı Demirtaş Konteyner Kent’e göç idaresi bizim yerimize Ahıska Türklerini getirdi. Kendilerine iki yıl içinde Bitlis’te ev yapıldı. Tabi ki yapılsın. Biz aynı imkanları kendimiz için de istiyoruz.
”Kağıt gönderip sokağa atmakla olmuyor. Biz Türk vatandaşıyız.Bize sosyal konut verilsin, Biz de evimize geçelim.”’
Bizim maaşlarımıza göre belirli şekilde sosyal konut bizlere de verilebilir. Biz yıllardır bunu talep ediyor, bunu istiyoruz. Ama biz yıllardır bir sonuç alamadık. Bizim devletimizden talebimiz budur. Kendi imkanlarımıza göre, bizim imkanlarımıza göre ödeme kolaylığı sağlansın. Biz de ev sahibi olalım, biz de hak sahibi olalım. Biz bedava ev istiyoruz. Biz istiyoruz ki bizim de başımızı sokacağımız bir ev olsun, biz de geçinelim. Konteyner kentte yaşamak hiç de kolay değil. Kışın soğuğu, yazın sıcağında yaşamak hiç kolay değil. Biz de konteynerkentte yaşamak istemiyoruz, biz de evlere geçmek istiyoruz. Kağıt gönderip sokağa atmakla olmuyor. Biz Türk vatandaşıyız. Haklarımızı istiyoruz. Bize sosyal konut verilsin, Biz de evimize geçelim.”