DOLAR 39,1753 0.01%
EURO 44,8530 0.44%
ALTIN 4.221,640,01
BITCOIN 41360150.77297%
Elazığ
22°

PARÇALI BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

S.Serra TAYLAN

S.Serra TAYLAN

28 Nisan 2025 Pazartesi

Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar Oda Başkanı Zülfü Tarhan: % 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur,

Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar Oda Başkanı Zülfü Tarhan: % 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur,
0

BEĞENDİM

ABONE OL

HABER/ SERRA TAYLAN

Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar Oda Başkanı Zülfü Tarhan, esnafların yaşadıkları sıkıntılı süreçleri atlatabilmeleri için faizsiz kredi desteği verilmesini istedi. özellikle yiyecek sektöründeki işletmeler için KDV alım satım oranlarındaki farktan dolayı esnafların zarar ettiğini ifade eden Tarhan bu konuda yetkililere seslenerek çözüm çağrısında bulundu.

% 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur

Elazığ Lokantacılar ve Tatlıcılar oda başkanı Zülfü Tarhan pandemi, depremler ve ekonomik krizin etkilerini atlatamayan esnafların çok zor durumda olduğunu söyledi. Yiyecek sektöründe esnafların büyük oranda iş kaybı yaşadıklarına vurgu yapan Tarhan, devletin esnafları kalkındırabilecek kredi desteği istekleri olduğunu söyledi. Lokanta ve restoranların alış ve satış rakamları arasındaki KDV oranları arasında büyük bir fark olduğuna da değinen Tarhan KDV farklarının kaldırılması gerektiğini söyledi. Konu ile ilgili açıklama yapan Tarhan şunları söyledi: ”Bizlerin  her platformda dile getirdiğimiz bir nokta var. Esnaf ve sanatkarlar son bir kaç yıldır çok büyük bir sıkıntıda. Elazığ esnaflarının sıkıntısı 2020 depreminden sonra başladı. Deprem sonrası Dünya2da ve ülkemizde yaşanan pandemi süreci, bu süreçte esnafın yaşadığı sıkıntılar, müşteri sirkülasyonunun düşmesi, ticaret şartlarının tıkanması, dönmemesi esnafın eksi bakiye veya borçlanması ile sancılı süreçler yaşadı. Sonrasında bunların sıkıntılarını atlatamadan ülkemizde yaşadığımız ve hala devam eden ekonomik krizin sıkıntılarını maalesef esnaf ve sanatkarlar yaşadı. Bu noktada tabi ki bütün esnaf ve sanatkarlarımız yani her meslek gurubunda hizmet veren  esnaf ve sanatkarlarımız bu zor süreçlerden geçti. Ancak bu süreçlerin içerisinde bir kat daha zorluk yaşayan kesin vardı ki bunlar da yeme içme sektöründe hizmet eden insanlarımızdı. Dolayısıyla bu zor süreçlerde ki; biliyorsunuz pandemi sürecinde kapalı bırakıldık, sonrasında paket servisle veya belirli saatler çerçevesinde hizmet vermek zorunda kaldık. Bu süreçlerde gider kalemlerimizin çok olmasından dolayı maalesef ciddi gelir kaybı yaşadık.Akabinde ekonomik krizden dolayı hala daha büyük sıkıntılar yaşıyoruz.”

”Gıdaların bizlere, işletmelere  girişi % 1 iken sattığımız yemeğin, pastanın, tatlının çıkışı ise % 10 KDV li.”

Artan maliyetlere karşılık gelir kaybı yaşayan sektör esnaflarının sırtında KDV girdi çıktısı arasında % 92luk bir fark olduğunu ifade eden Tarhan, işletmelerin ürünleri %1 KDV ile aldıklarını ama ürünlerden üretilen yiyecekleri ise % 10 KDV ike sattıklarını belirterek aradaki % 9 luk vergi giderinin esnafa yüklendiğini söyledi. Bu konuyla ilgili olarak iyileştirme yapılması gerektiğini ifade eden Tarhan :

”Bir yanda artan maliyetler, kira giderlerimiz, SGK, Bağ kur giderlerimiz, kullanmış olduğumuz malzemelerin artması, gider kelmlerimizin artması, diğer taraftan da hizmet ettiğimiz müşteri sirkülasyonunun azalmasından dolayı yani insanların alım gücünün düşmesinden dolayı çok rahatlıkla gidip bir yerlerde yeme içme faaliyetlerini gerçekleştiremiyorlar. bundan dolayı müşteri sirkülasyonunda ciddi bir azalma var. Maalesef gelirimiz giderimizi karşılayamayacak bir hal almış durumda. Tabi bunun yansıra uzun bir süreçten beri sektörümüzle alakalı olarak yaşanan KDV sıkıntımız mevcut. Pandemi sürecinde Sayın Cumhurbaşkanımız temel gıdalarda KDV oranını % 1’e çekerek raf fiyatlarına yansıması amaçlanmıştı. ancak bu raf fiyatlarına yansımadığı gibi % 1 oranındaki KDV bizim sektörümüze bir kambur olarak yansıdı. çünkü almış olduğumuz temel gıdaların bizlere, işletmelere  girişi % 1 iken sattığımız yemeğin, pastanın, tatlının çıkışı ise % 10 KDV li. Dolayısı ile % 9 luk KDV dilimi şu an esnaf ve sanatkarlarımızın sırtında ciddi anlamda bir kambur, ciddi anlamda bir yük. Biz bunu defalarca dile getirmemize rağmen maalesef yetkililer bu güne kadar bu noktada yetkililerden bir çözüm bulamadık. Bizlerin de buradaki mağduriyetini bir tarafa bırakın, devletin esnaftan vergi toplama noktasında bu kadar ciddi olduğu bir süreçte maalesef temel gıdada en büyük ciroları yapan market zincirlerinin ekmeğine yağ sürdüğünü gözlemliyoruz. bu noktada onların yapmış oldukları satışlarda çok ciddi anlamda devletin vergi kaybı olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunu da yetkililere iletelim.” diye konuştu.

”Haftada bir gün dışarda yemek yiyen bir aile artık ayda bir bile dışarda yemek yiyemeyecek hale geldi.”

Yeme içme sektöründe ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Tarhan, insanların alım gücünün düşmesi ve ekonomik sıkıntılarından dolayı dışarda yeme içme alışkanlıklarından vazgeçtiğini belirterek bu durumun sektördeki esnaflar açısından büyük bir darboğaza yol açtığını söyledi. Esnafların yaşanan ekonomik darboğazdan kurtulabilmesi için devletin faizsiz kredi desteğinde bulunması gerektiğini ifade eden Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü:

”Sektörümüzde ciddi anlamda sıkıntılar var. İnsanların, emeklinin, asgari ücretlinin hali maalesef ortada. bundan dolayı insanların alım gücü yok. Bu nedenle insanlar dışarda çok rahat tüketemiyor. Lokantalarda, pastanelerde, tatlıcılarda yeme içme sektörü alanlarında yiyip içip zaman geçirme noktasında maalesef şanslı olamıyorlar. Bundan dolayı işletmelerimizin sirkülasyonlarında ciddi anlamda azalma var. Çünkü düşünün;  haftada bir gün dışarda yemek yiyen bir aile artık ayda bir bile dışarda yemek yiyemeyecek hale geldi. bunun ötesinde insanlar mecburi ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor. Hal böyle olunca ister istemez bu esnafa yansıyor.”

”Vatandaş, dışarda yemek yiyecekken artık dışarda bir simitle ya da aç olarak günü kurtarma derdine, arayışına girmiş durumda”

”Vatandaş bir gömleği bir ay giyecekken bir sene giymek için artık çaba sarf ediyor. Veya dışarda yemek yiyecekken artık dışarda bir simitle ya da aç olarak günü kurtarma derdine, arayışına girmiş durumda. Dolayısı ile piyasanın canlandırılması lazım. Esnaf ve sanatkarımız ülkemizin ve şehrimizin mihenk taşıdır. Güçlü esnaf ve sanatkar güçlü şehirleri, güçlü ilkeyi inşa eder. Bu noktada esnaf ve sanatkara faizsiz, can suyu olabilecek şekilde faizsiz kredi desteği olanağının sağlanması gerekiyor. Mutlaka piyasayı canlandırmak  için bazı tedbirler alınmalı. Vatandaşımızın, emeklinin, memurun,  asgari ücretlinin alım gücünün daha da arttırılması noktasında bazı çalışmaların yapılması lazım .Temennimiz bu yolda. aksi takdirde bu sıkıntılarımız devam edecektir.”

Devamını Oku

”Arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar.Şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. ”

”Arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar.Şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. ”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Elazığ Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Fırat Canbay sektörün yaşadığı sıkıntılar üzerine bir değerlendirmede bulundu. Devletin arı yetiştiricileri için yaptığı destek ödemelerinin henüz yapılmadığını ve bu durumun üreticileri sıkıntıya soktuğunu ifade eden Canbay, Türkiye genelinde bal üretiminin düştüğünü ancak son 5 yılda Elazığ’da bal üretiminde büyük bir düşüş olduğuna dikkat çekti. Canbay devletin 2024 yılına ait olan destekleme ödemelerini henüz yapmadığını hatırlatarak .” Desteğin verildiği bu miktarların güncellenmesi lazım. Bize bu 120 liralık destek açıklandığında geçen sene bahar ayları idi. Ama geldiğimiz nokrada biz Nisan ayı içerisindeyiz.120 lira kovan başı destek verilecekti. Ama hala biz bu desteği alamamışız. O günün şartlarında 120 TL satın alma noktasında baktığımızda güzel bir rakamdı. Ama bu gün maalesef 120 lira bizim açımızdan çok da olumlu bir rakam olmaktan çıkmış. Bunun ötesinde desteklerin zamanında verilmesi çok kıymetli.” dedi.

”Elazığ’da son 10 yılı baz aldığımızda bal üretimi 12 kiloya düşmüşken son 2 yılda 5-6 kilograma kadar düştü”

Elazığ Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Fırat Canbay Elazığ’da kovan başı bal üretiminin 12 kilogramdan 5-6 kiloya kadar gerilediğini ve son yıllardaki iklim değişikliklerinin bu düşüşte çok etkili olduğunu söyledi. Doğa olaylarındaki ani değişimlerin üretime olumsuz etkisi olduğunu ifade eden Canbay:

”Arı, doğayla temaslı bir canlı. Netice itibarı ile arıcılık sektöründeki verimlilik doğanın verimliliği ile paraleldir. Doğayla teması yaklaşık % 75. Arıcının burada katkısı ise % 25 civarında. Dolayısıyla arıcının etkisi dörtte bir oranında. En çok etki doğaya bağlı. Doğa ne kadar verimli olursa, doğadaki olumsuz olaylar ne kadar asgari ve az olursa, arıcılık sektörü de o kadar verimli olur. ancak baktığımız zaman son 5 yıldır bölgemizde olumsuz iklime bağlı değişik durumlar yaşadık. Bu dolayısıyla verime, canlı materyal kaybına yansıyor. Bunu şöyle ifade edelim. Kovan başına rekolte son iki yıldır 5 ila 6 kilograma kadar düştü. Türkiye ortalaması kovan başı rekoltede 15 kilogram. Elazığ’ın ortalaması son 10 yılı baz aldığımızda12 kiloya düşmüşken son 2 yılda 5-6 kilograma kadar düşme seyri gösterdi. Bunun da en önemli sebeplerinden biri doğadaki olumsuz olaylar. ilkbahar ve sonbahar kavramları hemen hemen kayboldu. Yazdan kışa, kıştan yaza geçiyoruz. Dolayısı ile canlı materyal dediğimiz arı çok hassas bir varlık. Ve bu geçişlerde bir adaptasyon gerekiyor. Yüzyıllardır bu bölgede arı varlığı oluşmuş, canlı bir materyal oluşturmuş. Bu bölgeye adapte olmuş bir bitki yapısı var. Bio çeşitlilik var. Dolayısı ile küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı bu olumsuz gelişmeler sektörde maalesef verimliliğe yansıdı. Şu anda kovan başına 5-6 kilogramlık bir rekolte elde ediliyor.  Baktığınızda bu sürdürülebilir mi? Sürdürülebilir değil. Çünkü rekoltenin  12 kilogram altına düşmemesi lazım. ” dedi.

”Arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar.Şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. ”

Arı yetiştiricilerinin girdi maliyetlerinin arttığına değinen Canbay, devlet tarafından üreticilere verilecek olan  2024 yılına ait destek ödemelerinin henüz yatmadığını söyledi. artan girdi maliyetlerine karşılık destek ödemelerini alamayan üreticilerin sıkıntı yaşayacağını ifade eden Canbay konuya ilişkin açıklamasında şunları söyledi:

”Devletin vermiş olduğu devletlere baktığımız zaman geçen yıl kovan başına 60 TL doğrudan destek veriyordu. Bu sene bu doğrudan desteği 120 TL’ye çıkardı. Aslında artış güzel. Beklediğimizin üstünde bir artış oldu. Bir önceki yılda bu kadar artış gösterilmedi. Ama ne yazık ki, şunu hep ifade ediyoruz. Desteğin verildiği bu miktarların güncellenmesi lazım. Bize bu 120 liralık destek açıklandığında geçen sene bahar ayları idi. Ama geldiğimiz nokrada biz Nisan ayı içerisindeyiz.120 lira kovan başı destek verilecekti. Ama hala biz bu desteği alamamışız. O günün şartlarında 120 TL satın alma noktasında baktığımızda güzel bir rakamdı. Ama bu gün maalesef 120 lira bizim açımızdan çok da olumlu bir rakam olmaktan çıkmış. Bunun ötesinde desteklerin zamanında verilmesi çok kıymetli. Bizim sektörde arıcılar Şubat ayında aktif olarak saha inerler, çalışmaya başlarlar. En önemli çalışma olarak  kolonilerini güçlendirerek mevsime yetiştirmek. Bundan dolayı nektar ve polen akışlarına doğru seyir yapar, arıları oraya taşırlar. Bu da bir girdi kalemidir. Nakliye yapacaktır bunun için bir takım nakit  ihtiyaçları oluşur veya arısı kıştan çıkmıştır ve bunlara bir takım parazit aşılaması veya oluşan olumsuz hastalıklardan kaynaklı bir süreç başlıyor. Ve bundan dolayı bir girdi kalemi oluşuyor. Veya bunun gibi arısını geliştirmek için bir takım çalışmalar yapacaktır besleme desteğine tabi tutacaktır. Yine bunun için bir girdi ihtiyacı oluyor. İşte arıcının tam paraya ihtiyaç duyduğu dönem Şubat ayı itibarı ile başlar. Özellikle martın sonuna kadar devam eder. Ancak ne yazık ki şu ana kadar devletin arıcılık sektörüne vermiş olduğu destek nakit olarak yatırılmadı. Mayıs ayı içinde yatırılacağı ifade ediliyor. Bu da sektöre verimsizlik olarak yansıyacaktır. Çünkü arıcı cebinde para varsa nakliye yapacak, arısına bakım yapacak. Eğer yoksa bunları öteleyecek.  Ötelediği zaman da sezonu kaçırmış olacak. Biz burada bahsettik. Verim düşüyor ama, bundan dolayı da başka düşüşlerle de karşı karşıya kalabilir.”

”Gıda güvenliğinin oluşturulmasında denetimlerin sıklaştırılması,cezaların da caydırıcı olması gerekiyor”

Piyasada bulunan sahte ürünlere de dikkat çeken Canbay 2024 yılı itibarı ile açıklanan rakamlar doğrultusunda bir kilogram balın üretim maliyetinin 261 lira olduğunu söyledi. Piyasada satılan sahte ürünlere karşı yetersiz denetimler olduğunu ifade eden Canbay bu ürünlerin gerçek balların pazarda yer bulmasının önünde büyük bir engel teşkil ettiğini belirtti. Canbay sahte ürünlere karşı verilen cezaların da catdırıcı oloması gerektiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

”Sahte bal konusunda devreye gıda güvenliği giriyor. Bizlerin de en muzdarip olduğumuz konulardan bir tanesi. Eğer sahada gıda güvensizliği var ise sektörümüz de nasibini alır. Çünkü gıda güvenliğinde eksiklik varsa arıcılarımızın üretmiş olduğu raf ürünlerinde yer alan ürünlerimiz değerini göremez. Maliyetler ortada. Geçen yıl  genel merkezimizin yaptığı açıklamaya göre bir kilo balın maliyeti 261 TL. Dolayısı ile 261 TL’nin altında satılmaması gerekiyor. Ancak piyasada düşük rakamlı ürünler görüyoruz. Biz bunlara sahte bal demiyoruz. Balın sahtesi olmaz. Sahte ürünlerdir. Bunlar glikoz içerikli ürünler. Tamamen  gıda terörü olarak tanımladığımız tüketici için ciddi tehdit olan ürünlerdir. Bu noktada gıda güvenliğinin oluşması lazım. Gıda güvenliğinin oluşması için paydaş kurumların gıda denetimlerini sıkılaştırması gerekiyor. Dolayısı ile denetim ne kadar sıkılaştırılırsa gıda güvenliği de o kadar oluşacaktır. Sadece gıda güvenliğinin oluşturulmasında denetimlerin sıklaştırılmasından ziyade verilen cezaların da caydırıcı olması gerekiyor. Caydırıcı bir ceza var mı? Ne yazık ki kişi kamu kurumlarının denetime takılıp cezasını ödüyor ve tekrar aynı şekilde devam ediyor. O nedenle cezaların caydırıcı olması gerekiyor. Caydırıcı olursa gıda güvenliği olacak ve bizim sektörde de sürdürülebilirliğe bir katkısı olacak. Balda tüketici şunu ayırt edemez. Rafta gördüğü ürünü satın alır. Satın alır ama ürünün iyisini ayırt etmek için laboratuvar koşullarında analize tabi tutması lazım. Gıda kodeksinde belirli parametrelerin analizi şarttır. Bu yapılmadığı sürece hiç bir tüketicinin bu doğru üründür deme şansı yoktur.!”

”Bu gün piyasada gıda güvenliği oluşturulursa tüketici noktasında bu gün bizlerin ürettiği ürünler çok rahat karşılık bulur.”

Piyasada gıda güvenliğinin oluşması konusuna da dikkat çeken Fırat Canbay, tüketicinin bal tercihinde fiyat politikasını öncelikli tuttuğunu söyledi. Canbay arı yetiştiricilerinin ürettiği gerçek balların pazarda yer almakta zorlandığını belirterek:

”Bu gün piyasada gıda güvenliği oluşturulursa tüketici noktasında bu gün bizlerin ürettiği ürünler çok rahat karşılık bulur. Bu gün sektördeki en önemli sorunlardan birisi ürünlerimize pazar bulamayışımızdır. pazar bulamama sebeplerimizin en önemli sebeplerinden birisi piyasada sahte ürünler aşırı derecede fazla. Ürettiğimize pazar bulamıyorsak ki bu Elazığ ortalamasında 5-6 kg ‘dan bahsediyoruz. Ortalama kovan varlığımıza göre 500 tona tekabül eder. Elazığ’ın nüfusunu 500 bin kişi olarak düşünsek bile ortalama kişi başı bir kilogram tüketim olması gerekiyor. Ki böyle bir tüketim var. Ama Nisan ayına gelmişiz. Üreticilerimizin elinde hala 2024 yılından kalma ürünler var. Bunun da en büyük sebebi bizler raf ve standlarda yer alamıyoruz. Maliyet 261 lira dedik.Bu 2024 yılına ait maliyetler.2025 yılı belli değil. Dolayısı ile fiyat politikası üzerinden alışveriş yapan tüketiciler, düşük fiyatlara rağbet gösteriyorlar. Tabi denetimler de yetersiz olunca tüketici oradaki alışveriş politikasını fiyata göre değerlendirip ucuz olana yöneliyor.Dolayısı ile de bizlerin elinde ürünleri kalıyor” dedi.

 

 

 

 

 

Devamını Oku

Tahliye edilmek istenen konteyner kentteki vatandaşlar tepkili:” Nereye gidelim.Bize sosyal konut versinler.”

Tahliye edilmek istenen konteyner kentteki vatandaşlar tepkili:” Nereye gidelim.Bize sosyal konut versinler.”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

HABER/SERRA TAYLAN

Elazığ’da 2020 ve 2023 depremlerinden sonra kurulan Kırklar Mahallesi Konteyner kentte oturan kiracı depremzedeler konteyner kentten çıkartılıyorlar. Geçtiğimiz günlerde taraflarına Elazığ Valiliği’nden gönderilen bir tebligatla konteynerleri boşaltmaları istenen depremzedelere Haziran ayına kadar süre tanınacağı belirtilmişken Elazığ Valiliği görevlileri tarafından bir an önce konteyner kentleri boşaltmaları istenen kiracı depremzedeler hak sahipliği talep ediyorlar. Kendilerine sosyal konut verilmesini isteyen vatandaşlar gidecek yerlerinin olmadığını belirterek tepki gösterdiler.

”Nereye gidecek bu insanlar, bu yetimler.”

Konteyner kentte yaşayan 75 yaşındaki Ali Polat,  konteyner kentten çıkartıldığı takdirde gidecek yeri olmadığını söyledi. Herhangi bir gelirinin olmadığını ifade eden Polat gerekirse konteyner kentte para ödemeye razı olduklarını belirtti. Polat yetkililere çağrıda bulunarak:” Ey yetkililer! Ülkenin yetkilileri kırıp atacaksınız. Götürün boş bir alana bırakın biz orada oturalım. Gerekirse parayla oturalım. Taksit taksit öderiz. Nereye gidecek bu insanlar, bu yetimler. Maaşı olmayanlar, hasta insanlar nereye gidecek? Ben 60 sene vergi ödedim. Ne olacak yani? Sosyal konut, deprem konutu gibi boş arazilerde gideriz. Başka bir alana götürsünler. Gidecek  yerleri yok. Benim 5-6 hastalığım var. Yürüyemiyorum. Devlet beni düşünmüyor mu? Bu insanları. Çocuklar var. Maaşı olmayanlar var. Kaç kuruş alıyoruz maaş. Ne bileyim .Geldikleri zaman gerekeni konuşuruz yine.” dedi.

” Hükümetimiz parasal yönde her başı sıkıştıkça çareyi bizleri buradan atmakta buluyor.”

Konteyner kente yaşayan İbrahim Hakkı İncel  konteyner kentten çıkması durumunda gidecek yerinin olmadığını ve çalışacak durumda olmadığını söyledi. Konteyner kentten çıkarılmak istemelerine tepki gösteren 79 yaşındaki İncel: ” Hükümetimiz parasal yönde her başı sıkıştıkça çareyi bizleri buradan atmakta buluyor. Ben 79 yaşında kalp, KOAH ve romatizma hastasıyım.Devletin vermiş olduğu 4 bin 500 lira yaşlılık maaşıyla geçiniyorum. Var mı bu paraya kiralık daire. Her ne kadar hak sahibi olmasam da bu ülkenin vatandaşıyım. Dışardan yabancıları getireceklerine, devlet olarak görevlerini yapıp aylık gelirime göre taksitle sosyal konut yaparak bana da bir ev versinler. Çıkıp gideyim. Görüyorsunuz günün 8 saatini oksijen makinesine bağlanarak geçiniyorum. İnsanda biraz vicdan ve merhamet olmalı. Ortada garibanlara çadır açıp yaşayacak kamu alanı bile bırakmadılar. Kendilerini kurtaracaksa kalan eşyalarımı da onlara bırakıp gideyim. Oksijen cihazımı fişini de burnumun deliklerine takayım. Yazıklar olsun böyle yöneticilere. Başka ne diyeyim” dedi.

”Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var?”

Aldığı maaşla geçinmekte zorluk yaşadığını ifade eden Sevim Erkan da devlet yetkililerine yardım çağrısında bulundu. Yaşadıkları sıkıntıyı” Burada valimiz geliyor bize imza attırıyor. Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var? ” diyerek dile getiren Erkan şunları söyledi:

”Biz Aşağı Demirtaş Konteynerlerinde oturuyorduk. Ahıska Türkleri gelince bizi oradan çıkartmak istediler. ‘Biz sizi dışarı atmıyoruz, sadece yerinizi değiştiriyoruz’ dediler. Bizi oradan buraya getirdiler. Bize kalıcı bir yer, bir konut verin. Bizi oradan oraya taşıyıp durmayın. Biz konteyner kentte kalmaya meraklı değiliz. Ama bize kalıcı bir yer verin. Bizim de yerimiz belli olsun. Aldığımız üç kuruş parayla da eve gidemeyiz. Bu günkü şartlarda ne kiraya çıkabiliriz, ne de bir şey alabiliriz. Aldığımızı kiraya versek ne yiyip, ne içeceğiz. Biz de bilmiyoruz nasıl yapacağımızı? Devlet büyükleri bize bir çare bulsun. Burada valimiz geliyor bize imza attırıyor. Sürekli kağıt gönderip çıkın diyorlar. Nereye gidelim. Buradan çıkıp gidecek imkanımız mı var? Babamızdan, annemizden kalan bir yerimiz yok. Dedemizden kalan yerimiz yok. Burada ortada kalmışız. Bize de bir çözüm bulun. Bizi de evlere yerleştirin. Oradan oraya bizi gezdiriyorlar. Şimdi de tamamen çıkın diyorlar. Nereye gideceğimizi biz de bilmiyoruz. Bizden iki yıl sonra gelen Ahıska Türklerini nasıl etap etap ev yapıp gönderdilerse , ev verdiyseler Bitlis Ahlat’ta bize de versinler. Biz de Elazığlıyız. Elazığ’ın dağı, taşına ev yapılmış. Bize de cüzi bir ödemeyle ev versinler.”

”Asgari ücretin altında maaş alıyorum. İki tane çocuğum var.”

Koneynerkentte imkansızlık nedeni ile kaldıklarını belirten Pınar Güler de devletten sosyal konut talep ettiklerini belirterek:

”Konteyner kentte oturuyorum. Devletimizden ev istiyorum. Asgari ücretin altında maaş alıyorum. İki tane çocuğum var. Devletimizden sosyal konut istiyorum.” dedi.

Konteyner kette kalan Remziye Dağ isimli vatandaş da hiç bir gelirinin olmadığını ve gidecek yeri de olmadığını söyledi.Dağ:

”Oradan oraya sürükleniyoruz. Benim maaşım yok. Babamdan kalma maaşım var. Onunla da ben nereye gidebilirim. Bize de Ahıska Türkleri gibi ev versinler. Biz beleş de istemiyoruz. Taksitle ödeyelim. Bizi oradan oraya sürüklüyorlar. Bu devlet niye bize sahip çıkmıyor? Sosyal konut talep ediyorum.”diye konuştu.

”Kağıtlara çoğumuz imza atmadık. Çünkü beklentilerimizi söyledik.”

Kendilerine Haziran ayında çıkarılmaları için bir kağıt geldiğini ifade eden Müzehher Mutlu, 2 aylık bir süre varken AFAD yetkililerinin polisler ile konteyner kente geldiğini söyledi. Mutlu yaşanan süreci şu ifadelerle anlattı: ”Bize dün konteyner kentten çıkarılma konusunda kağıtlar geldi.2 ay sonra haziran ayında çıkacaksınız dediler. Üzerinde valilik mühürü hiç bir şey yok. 2 ay sonra çıkacaksınız dediler. Kağıtlara çoğumuz imza atmadık. Çünkü beklentilerimizi söyledik. Bu gün zabıta ve polisle kapımıza gelmişler.  AFAD müdür ytardımcıları, AFAD yetkilileri polislerle gelmişler. İmza konusunda mı geldiler* Bilmiyorum. iki aylık süre veilmişken neden böyle yapıyorlar emin değiliz. Gelmelerini bekliyoruz şu anda ”

”Elimizdeki maaşımızla geçinme imkanımız bile yokken biz kiraya nasıl geçelim?”

Depremde 3 katlı evi yıkılan ve 3 daire yerine sadece bir hak sahipliği aldıklarını ifade eden Müzehher Mutlu  evlerini yaptıramadıklarını ve maddi gücü olmadığı için kiraya çıkamadıklarını belirtti. Mutlu devletten sosyal konut talep ettiklerini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

Biz 2020 depreminden bu yana konteyner kentte kalıyoruz. Orada kaldığımız sürece bize sürekli kağıtlar gelirdi. Boşaltacaksınız, çıkacaksınız diye. Çıkmadık. Çünkü gidecek yerim yoktu. Benim evim Çevre ve Şehircilik tarafından yıkıldı. 3 Katlı evimize karşılık bir daire verildi. O evi de annem aldı. Geriye kalan kardeşler de konteyner kentte  ya da kirada yaşamaya başladık. Üç yıldır mahkeme sonuçlarını bekliyoruz. Sonuç da alamadık. Biz Aşağı Demirtaş konteyner kentte idik. Bizi oradan buraya gönderdiler. ”Sizi sokağa atmıyoruz. Gidecek yer veriyoruz” dediler. Şimdi de gelen kağıtlarda çıkacaksınız diyorlar. Bir yer de göstermiyorlar. Elimizdeki maaşımızla geçinme imkanımız bile yokken biz kiraya nasıl geçelim? Ben küçük kızımla yaşıyorum. Elimdeki maaş belli. Biz devletimizden sadece şunu istiyoruz: Oraya, Aşağı Demirtaş Konteyner Kent’e göç idaresi bizim yerimize Ahıska Türklerini getirdi. Kendilerine iki yıl içinde Bitlis’te ev yapıldı. Tabi ki yapılsın. Biz aynı imkanları kendimiz için de istiyoruz.

”Kağıt gönderip sokağa atmakla olmuyor. Biz Türk vatandaşıyız.Bize sosyal konut verilsin, Biz de evimize geçelim.”’

Bizim maaşlarımıza göre belirli şekilde sosyal konut bizlere de verilebilir. Biz yıllardır bunu talep ediyor, bunu istiyoruz. Ama biz yıllardır bir sonuç alamadık. Bizim devletimizden talebimiz budur. Kendi imkanlarımıza göre, bizim imkanlarımıza göre ödeme kolaylığı sağlansın. Biz de ev sahibi olalım, biz de hak sahibi olalım. Biz bedava ev istiyoruz. Biz istiyoruz ki bizim de başımızı sokacağımız bir ev olsun, biz de  geçinelim. Konteyner kentte yaşamak hiç de kolay değil. Kışın soğuğu, yazın sıcağında yaşamak hiç kolay değil. Biz de konteynerkentte  yaşamak istemiyoruz, biz de evlere geçmek istiyoruz. Kağıt gönderip sokağa atmakla olmuyor. Biz Türk vatandaşıyız. Haklarımızı istiyoruz. Bize sosyal konut verilsin, Biz de evimize geçelim.”

 

 

 

 

Devamını Oku

”Elazığ’da çocuk mahkumlar konteynerde .Yeri ayrı dert, içerdeki çocuklar ayrı dert…

”Elazığ’da çocuk mahkumlar konteynerde .Yeri ayrı dert, içerdeki çocuklar ayrı dert…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SERRA TAYLAN/ÖZEL HABER

Elazığ’da 1963 yılından bu yana çocuk mahkûmlara yönelik hizmet veren Çocuk Islah Evi’nin yıkılmasıyla birlikte, bölgede yeni bir çocuk cezaevi inşa edilmesine yönelik çalışmalar devam ediyor. Islahevinde kalan çocuklar geçici olarak konteynerlere taşındığını söyleyen Avukat Bülent Seçkin Düztaş, yeni ıslahevi binası tamamlanana kadar çocuk mahkûmların kurulan konteynerlerde kalmasının sağlıklı olmayacağını belirti. Mevcut alanın ıslahevi için kullanılmasının doğru olmadığını ifade eden Düztaş, konteynerlerde kalan çocukların bir takım olanaklardan da yoksun kaldığını ifade ederek: ’’ Islahevi olarak kullanılan binalar yıkılınca şu anda bir konteyner kent gibi bir şey kurulmuş çocuklar orada hala ikamet etmek durumundalar. Ama burada herhangi bir sosyal tesis, herhangi bir spor alanı, herhangi bir çalışma alanı yok. Sadece burada bir iki tane spor alanı olduğunu biz duyduk. Ama bunların artık ıslah ve özelliği de eğitime ve özelliği de kaybolmuş durumda.’’ Dedi.

‘’Çocuk Islahevinin arazisi ıslahevi statüsünden çıkartılarak devletin kullanabileceği başka bir alana çevrilebilir’’

Elazığ çözüm Kültür Derneği Başkanı Avukat Bülent Seçkin Düztaş kurulduğu yollarda şehir merkezinden uzakta olmasına rağmen zamanla şehirleşme ile birlikte artık şehir merkezinde kalan Elazığ çocuk ıslah Evi’nin bulunduğu araziyi bağışlayan aileden de izin alınarak başka alana taşınması gerektiğini söyledi. 1963 yılında kurulan Çocuk Islahevi’nin inşaat sektörünün gelişmesiyle birlikte şehir merkezinde kaldığını ifade eden Düztaş şunları söyledi:

‘’Elazığ’daki çocuk ıslah evin yeri 1963 yılında Saim Hazardağlı isimli bir iş adamı sadece ıslahevi olarak bağışladığı bir araziye kuruldu. 40 dönüm civarında çok geniş ve değerli bir arazi.Sadece ıslahevi olmak şartıyla bağışlanmıştı. O zaman oralar biz de internette belgesellerde veya büyüklerimizin anlattıklarından duyuyoruz, oralar bağ bahçe tarzında, şehrin dışında bir bölgeydi. O zaman için kendisinin bağış yapması çok güzel bir düşünce. Devletin de orada bu ıslah evini yapması çok iyi bir durumdu. Ancak aradan geçen yıllarda inşaat sektörünün gelişmesi şehirlerin dışarıya doğru genişlemesi ile burası maalesef şu anda şehrin göbeği denebilecek en işlek ticari alanların bulunduğu evlerin bulunduğu bir yer olarak kaldı. Şimdi burada hukuki bir sıkıntı var. Bağış yapılırken burası ıslahevi yapılacak diye belirtildiği için sadece cezaevi genel müdürlüğü Elazığlı hemşerimiz onun da anlatımları doğrultusunda buraları kaybetmek onlar için bir sıkıntı olacak. Ama burada şunu düşünmek lazım. Öncelikle insanların sağlığı, devlet kurumlarının doğru yürümesi açısından diyelim ki ıslahevi statüsünden özel bir kanunla çıkartılıp yine devletin kullanabileceği bir alan olarak yapılabilir. İmkânsız da bir şey yok. Ailenin bu burada rızası da alınabilir. Yani bu ıslah evinin orada olması genel anlamda bir sorun.’’

Mevcut alanın çevresinde binalar, AVM’ler, çocuk parkları gibi alanların bulunduğuna dikkat çeken Düztaş,

Sorun şu ki,  2012 yılında çocuk ıslahevi kapatılıyor. Ancak kapatıldıktan sonra binalar yıkılınca burada şu anda bir konteyner kent gibi bir şey kuruldu. Çocuklar orada hala ikamet etmek durumundalar. Temel itibariyle cezaevlerinin, tutukevlerinin, ıslah evlerinin amacı insanların, suç işlemiş kişilerin toplumda izole şartlar altında topluma kazandırılmasıdır. Ancak burada toplumda izole etme durumu artık ortadan kalkmış. Dediğimiz gibi yanında 26 -27 katlı gökdelenvari binalar var,AVM’ler var ,dershaneler, çocukların, gençlerin çok yoğun bir şekilde bulunduğu yerler var. Çocuk parkları var. Buradaki insanların, gençlerin, bu çocukları karşılıklı olarak tel örgüler arkasında görmeleri sorunlardan bir kısmı.’’

‘AVM’ye gelenlerin parka gelen bu insanların görmesi bu şekilde tel örgüler arkasında görmesi bir toplumsal sağlık sorunudur.’

Konteynerlerde kalan çocukların koşullarında da iyileştirilme yapılması gerektiğini ifade eden Düztaş, konteyner ortamında çocukların ıslah edilmesi ya da eğitilmesinin zor olduğunu söyledi. Düztaş sözlerine şöyle devam etti:

‘’ Diğer bir kısmı da bu çocukların ıslah edilmesi. Adı üstünde ıslah kurumu. Islah edilmesi için burada bulunması lazım. Islah evleri de sonradan isim değiştirdi. Artık ıslah evi değil de sanki eğitim evi isimlendirilmiş.. Bizim cezaevleri genel müdürümüz ‘eğitim evi’ diyor. Eğitim evi ama burada herhangi bir sosyal tesis, herhangi bir spor alanı, herhangi bir çalışma alanı yok. Sadece burada bir iki tane spor alanı olduğunu biz duyduk. Tabii bunların araştırılması lazım. Ama bunların artık ıslahevi özelliği de, eğitime evi özelliği de kaybolmuş durumda.
Bir kere çocukların ıslah olabilmesi için barınma alanlarının sıcak temiz hijyenik topluma kazandırmaya uygun olması lazım. Ama bu alanlar zaten çevreden görüldüğü kadarıyla çok problemli. Çocukların yatma alanları bile yetersiz. Çok geniş bir alan ama kamu alanları yetersiz. Oranın ısınma, barınma alanları problemli. Dediğimiz gibi bu çocukların burada ıslah olması mümkün olmadığı, gibi çevredeki insanların mahalleri sakinlerinin bu AVM’ye gelenlerin parka gelen bu insanların görmesi bu şekilde tel örgüler arkasında görmesi bir toplumsal sağlık sorunudur. Aynı zamanda bu açıdan bu sorun belki iyi niyetle çözülmeye çalışılıyor. Ama bir şekilde Saim Hazardağlı’nın çocuklarının onayı alınarak başka bir şekilde çözülmesi lazım. Bu bir takas şeklinde devlete bırakılabilir, bir kısım bir aileye iade edilebilir. Ama bir şekilde cezaevi, ıslah evinin şehir merkezinde olması günümüz şartlarında büyük bir problemdir. Bu ıslah evinin uzun yıllardır yaklaşık 60 yıldır Elazığ’da olduğu düşünülürse çevre illerden de geliyor çocuklar.’’

 

 

 

 

Devamını Oku

Ziraat Odası Başkanı Hacıoğulları: Çiftçide gübre alacak para yok…

Ziraat Odası Başkanı Hacıoğulları: Çiftçide gübre alacak para yok…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SERRA TAYLAN

Elazığ Ziraat Odası Başkanı İbrahim Hacıoğulları çiftçilerin mazot gübre desteği ödemelerini alamadıkları için ürünlerine gübre veremeyecek duruna geldiklerini belirterek destek ödemelerinin bir an önce yapılmasını istediklerini söyledi. Çiftçilerin sigorta primlerini ödeyemeyecek hale geldiğini ifade eden Hacıoğulları:” Bir sigorta 10 bin 23 lira olmuş. Ben yarın gelip Ziraat Odası’na kaydımı yapıyorum. Aybaşına 10 bin 23 lira çıkıyor. Peki biz bunu nasıl tutacağız? Bu adamları? Allah’tan korkulsun. Çiftinin kazancını ben size anlatayım. 11 ay çalışır, bir ay toplar. Satar, borcunu örter, çocuğuna verir ,kızın evlendirir ,bankaya borcu varsa onu öder. Çiftçinin durumu bu. Bu çiftçi müteahhit değil, çiftçi memur değil, çiftçinin hanımına  doğuma 7 ay kala y maaş bağlanmıyor ,doğduktan sonra da 7 ay bağlanmıyor. Hiç maaşı yok. Çiftçi bitmiş durumda.” dedi.

 Şubat’ın 15 ile sonu arasında gübrelemeyi bitirmemiz lazım.

Elazığ Ziraat Odası Başkanı İbrahim Hacıoğulları mazot ve gübre desteklerinin bir an önce yatırılması gerektiğini söyledi. Üreticilerin maliyetleri nedeniyle  tarlalarına gerekenden az gübre vermek zorunda kaldıklarını belirten Hacıoğulları şunları söyledi:

”Devlet kendini kandırıyor bizi de beraber kandırıyor. Bir sigorta 10 bin 23 lira olmuş. Ben yarın gelip Ziraat Odası’na kaydımı yapıyorum. Aybaşına 10 bin 23 lira çıkıyor. Peki biz bunu nasıl tutacağız? Bu adamları? Allah’tan korkulsun. Çiftinin kazancını ben size anlatayım. 11 ay çalışır, bir ay toplar. Satar, borcunu örter, çocuğuna verir ,kızın evlendirir ,bankaya borcu varsa onu öder. Çiftçinin durumu bu. Bu çiftçi müteahhit değil, çiftçi memur değil, çiftçinin hanımına  doğuma 7 ay kala maaş bağlanmıyor ,doğduktan sonra da 7 ay bağlanmıyor. Hiç maaşı yok. Çiftçi bitmiş durumda. Biz Şubat’ın 15’inde en son Şubat’ın 15 ile sonu arasında gübrelemeyi bitirmemiz lazım. Bahar gübresine şu anda gübre her gün 5-10 zam alıyor. Bizim de paramız yok. Paramız yok ki alalım. Mazot gübre desteğini bekliyoruz.  Mazot gübre desteği de maalesef Şubat’ın 15’inde başlasan Mart’ın 15’ini buluyor. Şubat geçtikten sonra da sene yağışlı ise  bir şey demiyorum ama boş. Çiftçi o parayı bekliyor ki o parayla gübre alacak. Sen %20 mi serpeceksin? Vallahi gübreleme her sene düşüyor. %7 %5’e kadar düşen var. Gübrede bu adam dönüme 20 kilo dökeceğine  8 kilo, 7 kilo ekiyor. Çiftçi de kendini kandırıyor. Çiftçi zaten 11 ay çalışıyor, bir ay topluyor. O da yetmiyor. Eskiden çiftçi düğününü güzün yapardı. Çocuğunu güzün evlendirirdi. Kendisine ev alırdı. Çocuklarına eşya alırdı, okula gönderirdi. Şimdi maalesef yok.  Mesela bu devlet bir şey verdiği zaman çiftçi o gün çoğalıyor. Bu bir gerçek. Ama gerçek bir çiftçi yok şu anda, yeterli değil. Mazot destekleri var. Ama o da olmasa biz gübre de atamayız.  %20’dn e %8’e %5’e düştüğü zaman devlet o desteği vermezse çiftçi onu da alamaz. Devlet bu sene bir şey yaptı. 2025 gelmeden mazot gübre desteğini açıkladı. ‘Dönüm başı 244 lira para vereceğim’ dedi. Tamam kabul bu çok güzel. Ama arpanın da, buğdayın da, domatesin de, kirazın da, vişnenin de taban fiyatını açıklasın. Desin ki sen bu sene buğday yetiyorsun. Buğdayın ücreti bu, arpa ekiyorsun; arpanın ücreti bu. Kirazın bu, vişnenin bu desin. Bu politika nerede var? Türkiye’de yok. Çiftçi bu şekilde ekecek. Ve ondan sonra ben ekeyim,  önümü göreyim. Zarar mı ediyorum? Kar mı ediyorum?  O dakika belli olur.”

”Ben arpa, buğday ekmişim, onları görmüyorum inşallah mercimek bizi kurtaracak diyorum”

”Ben 2 bin  dönüm buğday ekmişim. 3 bin  dönüm de mercimek ekmişim. Ben hiç buğdayı, arpayı görmüyorum. İnşallah o mercimek bizi kurtaracak diyorum. Çünkü arpa, buğdayı katmıyorum. Çünkü biz 4 senedir 8 liradan veriyoruz. Buğday arpayı hiç görmüyorum. Biz  bu 8 lirayı geçemiyoruz 3 seneden beri. 6 lira, 7 lira, 8 lira şu anda. Her zaman da söylüyorum. Bir defa köyde oturan eğer inekse, eğer arpaysa, buğdaysa, ekiyorsa; eğer koyunla uğraşıyorsa, eğer bahçeyle uğraşıyorsa bu adamın genç çiftçi diyorlar ya;  o adamın karı kocanın sigortasının olması lazım. Sigortanın da devlet tarafından ödenmesi lazım. Şimdi bir sigorta 10 bin 23 lira olmuş. Ziraat odasına kaydını yaptığın zaman 10 bin 23 lira para ödeyeceksiniz. Var mı böyle bir şey? ”

”Devletin üreticinin önünü görmesi için politikası yok”

”Sen kar mı bekliyorsun? Ben arpa buğday ekiyorsam beni çağıracak. Ben genç çiftçiysem benim ve hanımımın sigortasını yatıracak. Arpa buğday fiyatını bir seneden önce kilo fiyatını bildirecek. Eğer hayvancılık yapıyorsam yine adamın ve eşinin sigortasını yapacak. Koyun fiyatını da o zaman koyacak.Gelecek yıl koyun fiyatı budur diyecek.ki ben o fiyattan aşağı ya da yukarı satamayayım. ama böyle yapmıyorlar. O politika yok Türkiye’de. Üreticinin önünü görmesi için politika yok. Ne var. Bu sene iyi bir iş yaptılar. Mazot gübre desteğini dönüm başı 244 lira yapacağız dediler. o da 2025 yılı için.2024 değil. Ama maalesef  bu güzel ama diğer politika yok. Tarım bakanını. Zaten biz çiftçiler 11 ay çalışıp bir ay borcumuzu ödüyoruz. Eskiden derlerdi 11 ay kış, bir ay oruç. Şimdi çiftçiler o hesaba döndü. Çiftçiler 11 ay çalışıyor o bir ayda da kazanamıyor. Eskiden o bir ayda kazanıyorduk da. Şu anda mazot 50 liraya geldi. Buğday hala  8 lira. Nasıl olacak?.Gübre de öyle. Gübre şimdi verilmeli.Nasıl Şubat ayı geldi ,biz gübre vereceğiz ya. Hergün zam geliyor 5 lira, 10 lira. Devlet de desteği vermiyor.Mazoıt gübre desteğini verse gübremizi alırdık.Onu da vermiyor. İki ay, üç ay sonra bana gübre verse nolur, vermesae nolur.? ”

 

 

Devamını Oku