GüncelGÜNDEMKÖŞE YAZILARI

PSİKOLOJİK DANIŞMAN ZEHRA ALTUNBAY’IN KALEMİNDEN…İNANÇ PSİKOLOJİSİ

“Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür.” der Albert Einstein. Bu yazımda dinin bilimden ayrı ele alınmasının ve bilimin de dinden ayrı ele alınmasının tabularını yıkacak nitelikte olduğunu göreceğiz. Bu iki olgunun birbirini bütünlediğine yakından bakacağız. Psikoloji bilimi ve din asla birlikte düşünülemez diyenlere ithafen yazıyorum.
Dünyanın oluşumu büyük bir patlama ile meydana geldi ve fizikçilerin Big Bang dedikleri büyük bir patlama. Bu patlamaya neyin sebep olduğu hala bilinmiyor. Mantıken bakıldığında bu patlamayı oluşturan gücün zamandan ve mekândan münezzeh olması gerekir. Yani dıştan bir gücün varlığı gerekli. O halde bir Yaratıcıdan söz edebiliriz. Tevhid inancı bu noktada açıklamalarıyla aklımızdaki sorulara cevap buluyor. İslam dinin ” Ol” emri şeklinde açıkladığı, Yaratıcı’nın arzusuyla evrenin oluşumundaki büyük patlamaya enerji veren güç olduğu ve zamanın da böylece vücut bulmuş olması, akla en yakın açıklamadır (Tarhan, 2009: 57). Bilimi dinden bağımsız kılarsak bu varoluşsal soruya cevap bulamayacağız ve varoluşun anlamını bilmeden yaşayıp giden bir insan olarak kendimizi hep yetersiz hissedeceğiz. Kendimizde ve yaptığımız her davranışta bir anlamsızlık olduğunu tadacağız. Yaşamın asıl gayesinin bu büyük güce ulaşmakta olduğunu bilemeyeceğiz. Bizler yaptığımız işlerde yaratıcının bize verdiği anlam arama kodlarıyla merak dürtümüzü harekete geçiyoruz Yaratılışımızı sorguluyoruz. Yaratılışımızı sorguladıkça bilime yöneliyoruz. Bilimin ışığında cevapları alıyoruz fakat bilimin yetersiz kaldığı konularda ne yapıyoruz? Bilimin yetersiz kaldığı konularda inancımıza sığınıyoruz. İnançlarımız noktasında merak ettiğimiz soruları cevapsız bırakmıyoruz. İnancımız ile birlikte doyumlu bir süreç bizi rahatlatıyor. Çünkü insanın spiritüel boyutu bilimin dine gereksiniminin olduğunu kabul etmektedir. Psikoloji biliminin özlerine “Ruh-Akıl-Bilinç” üçgenindeki açıklamalar ile ulaşıyoruz. Varoluşumuza bu üçgende bakınca inandığımız şeylerin doğruluğuna ispat bulmaya çalışıyoruz. İspat bulamadıkça yaşamımızı şekillendiremeyeceğiz çünkü. Bizler varoluşumuzda kendimize ve olaylara bu üçgen ışığında cevap buluyoruz. Ruhumuz aklımız ile rotamızı çizerken kalbimizden de bu enerjiyi alır. Yaratıcıyı aklımız ve kalbimiz ile fark edebiliriz çünkü. Bu şekilde mutluluğun kapısına varabiliriz. Ruhumuz bakıp gördüklerinde ne anladığını bu şekilde kavramaya çalışır.
Varoluşunun farkında olan ve öleceğini bilen tek canlı, bizleriz ve Yaratıcı’nın bizlerden önemli isteği “Nasıl yarattığımız ile ilgilenirken neden yarattığımı da bulmaya çalışın.” mesajıdır. Nedenleri bulmaya çalıştıkça Yaratıcının ruhundan ruhumuzun var olmasının yakınlığında olduğumuzu görüyoruz. Yaratanın samimiyetine sığınıp kendimizi keşfettikçe Yaratıcıyı keşfediyoruz. Kendimizi gerçekleştirme potansiyeli ile yaşıyoruz. Diğer canlılar yalnızca hayatta kalmayı amaçlarken, insanoğlunun en büyük amacı kendini gerçekleştirmektir. Bunu sağlamanın yolundan Abraham Maslow kendini gerçekleştirme piramidi ile cevap sunmakta da bizlere. Öncelikle temel ihtiyaçların giderilmesi açlık, susuzluk, cinsellik, vs. ve sonrasında güvenlik ihtiyacımızın karşılanması gerekli. Bunların devamında ait olma, sevgi ihtiyacımızın karşılanması ile saygınlık gereksinimi gelmekte. En üst basamakta ise en önemli adım olan kendini gerçekleştirme ihtiyacı bulunmakta. Nihai hedefimiz bu üst basamağa ulaşmaktır. Bunun için de sırayla bahsettiğim bu basamakları tamamlamamız gerekmektedir.
Kendini gerçekleştirme potansiyeli yüksek insanlar kendileri ile barışık insanlardır. Sadece yemek, içmek, üremeyi düşünmek değil, hayatla ilgili konuları düşünürler. Mahremiyeti severler, başkalarına saygı gösterirler ve teşekkür için değil, doğru olduğu için yaparlar. Muhakkak kendi etik ahlaki değerleri vardır. Kendini gerçekleştiren insanları tarif edersek: Temel değerleri olan, emek ile alın teriyle kazanan, onuruyla yaşayan ve değer yargıları olan. Bu tarzdaki insanlar kendisi ile barışık olur, başı dik dolaşır. Bu kişilerin bir özelliği de yalancılığa karşı çok hassastırlar. Mizah yaparlar ama yaparken başkalarını küçümsemezler. Canlı, meşgul, spontane insanlardır. İnandığı değerleri kendi gelişimlerine katkıda bulunacak fiillerdir.
Din ve psikoloji konuları başlıca detaylı iki alan. Gökyüzü deniz misali ayrı dursalar da evrenin içinde birbirleriyle bütün halindeler ve birbirinden beslenirler. Bu iki alanın birleşiminden bahseden entelektüel birikimi çok yüksek olan Sevgili Profesör Doktor Nevzat Tarhan’ın ışığında satırlarımı toparlamaya çalıştım. Kalbinize, zihninize ve ruhunuza dokunabilmeyi ümit ediyorum.