VİTRİNDE YAŞAMAK 1980’LERİN KÜLTÜREL İKLİMİ (2) (NİLGÜN DUYAR)
Cumhuriyet tarihimiz boyunca siyaset yapmak, yani toplumu oluşturan bireylerin toplumun
yönetiminde söz sahibi olması, ülkemizde her zaman zordu. Zaten zor olan bu siyaset imkanını 80
darbesiyle topyekün ortadan kaldırıldığından, yazara göre, kalabalıkların kültürel kimliklerini siyaset
olmaksızın doğrudan, dolaysız yollarla ortaya koydukları bir dönem olmuştur. Yine yazarın diliyle,
Ankara ütopyasının inandırıcılığını yitirmesiyle İstanbul’un başka bir ütopyanın, başka modernleşme
vaadinin simgesi olduğu bir dönem aynı zamanda. Kemalizmin topluma biçtiği bir modern,
medenileşmiş rolün ve bu doğrultuda uygulanan basının ve oluşan “üst kültür”ün özgürlükler
temelinde hızla dağıldığı, daha önce görülmek istenmeyen “aşağı kültür”ün patladığı bir dönem de
aynı zamanda. Yalnızca aşağı kültür için değil, seçkinler için de bir özgürlük vaadi ile birlikte cazibe
yarattığı bir dönem.
Nurdan Hanım yazılarında taraf tutmuyor; bir tarafı eleştirirken diğer tarafı olumlamıyor, beğensek
de, beğenmesek de dönemin resmini çekiyor sadece. Yazılarını kaleme aldığı dönemde henüz bu
gelişmelerin sonucunu izleme şansı olmadığından tespitlerinin doğruluğunun iddia edilemeyeceğini
de dile getiriyor. Günlük hayatımızda her ne kadar unutsak da küçümsemek, reddetmek, yargılamak,
kolay ancak, anlamaya çalışmak zordur. Oysa ki daha iyi bir gelecek için-ilerlemek için farklılıklarımızı
törpülemek değil, farklılıklarımız ile birbirimizi anlayıp, onlar sayesinde değer yaratmaktan geçiyor.
Nurdan Gürbilek, belli bir tema çerçevesinde toplanan, farklı noktalardan meseleyi açımlayan, bol
bol zihinsel yürüyüşe çıkaran bir üsluba sahip. Politik ve kamusal kültüre odaklanan yazar, siyasi ve
kültürel söylemleri, yenilikleri, dönüşümleri irdeliyor-sorguluyor. Türkiye’nin 80’ler dönemini
sosyokültürel açıdan çözümlüyor bu eserinde. Yazarın sözünü bastırılışı ve patlayışı olarak adlandırdığı
bu dönemde reklamcılık, iletişim ve basın gibi sektörler önemli bir yol katetmiştir. Yazara göre
reklamcılığın ve basının gelişmesi, ülkeyi televizyon ve billboardlarda bir vitrine dönüştürmüştür.
Reklam sektöründe bu dönemde ülkenin kültürü, geçmiş bir hammadde olarak kullanılmıştır.
Kapitalizmin bir ürünü olan popüler kültür ülke kültürünü, tarihini endüstriye taşımış ve bu dönemde
tüketim odaklı bir düşünce hakım olmuş.
Vitrinler, hep bir bolluğa işaret eder. Ama bu bolluğu mümkün kılan, vareden, onun için harcanan o
sırada tükenenler yer almaz vitrinde. Çünkü, vitrin, teşhir ettiği malın bir emek ürünü olduğunu gizler
bakan kişiden. Vitrinde yaşamak, 80’li yılların kültürel ikliminin çözümlemelerini yaparken bir yandan
da bugünü anlatıyor aslında. bir şeyin içindeyken ona dışarıdan bakmak hüner ister, o vakitleri
yaşayanlar içinde geçerlidir bu. o devirleri yaşarken doğru kavranılamayan birçok şeyi netleştiriyor
aydınlatıcı bir biçimde. Gürbilek’in üzerinde en çok durduğu tespitlerinden biri baskıcı olanından,
kışkırtıcı iktidar biçimine çelişkili dönüşümün ( hatta ikisinin aynı anda var olması, deyim yerindeyse
tavşana kaç tazıya tut denmesi) suretinin özgürlük olması, bu değişimin, insanların bir özgürlük
olduğu sanmasıyla da gerçekleşmesi, vitrinde yaşamak sadece yazıldığı seneler için değil, bugün için
de hala geçerli.
Okurken 80’lerdeki müzik, edebiyat, kurumlar, kişiler, aile gibi çeşitli kavramlar arasında yolculuk
yaptım. Yazar; toplumun sosyokültürel devinimlerine, şehirli-taşralı ayrımına ve benzerliğine ışık
tutuyor. 80’ler dönemine şu anki durum dikkate alındığında uzak gibi duruyor olsak da oldukça
yakınız.
Gelişen bilgi teknolojileri ve ona bağlamlılık ile özel alanın olmadığı bir çağdayız. Kişilerin
hayatlarının özeli kamusal olmuş, artık özel ve kamusal içiçe geçmiştir. Popülerliğin her şeyi kuşatması
ve onun kamusallığı hatta bizim hayatımızın kamusallığını anlatan eserde, yazar, kimin hayatlarını
yaşadığımızı çok iyi analiz etmiş. Aynı zamanda 80’li yıllardan itibaren ortaya çıkan globalizasyon
kavramı ile Türkiye’nin sosyal yapısının değişmeye çözülmeye başladığını anlamak açısından da
önemli bir eser olduğu düşüncesindeyim. Bana kalırsa günümüzdeki yozlaşmanın temellerini
anlamanın sırrını da barındırıyor. Sakin ve yavaş bir şekilde okunması gereken bir kitap. Yazarın
deneme alanındaki başarısı tartışılmaz lakin her bölüm birbirinden ayrı konular işlediği için anlam
karmaşaları ortaya çıkıyor. Vitrinde yaşamak, düşünerek irdeleyerek okuduğum kurgu dışı bir kitap
oldu benim için. Sosyolojiye ilgisi olanlar, Türkiye’nin geçirdiği sosyokültürel değişimi anlamak
isteyenler için okunacak kitaplardandır. Sonuç olarak Türkiye’de liberalizmin coşmaya başladığı, baskı
ile endüstriyel özgürlüğün aynı anda idare edildiği 80’ler dönemini anlamak adına başarılı bir
denemedir. Dağınık, karışık bir yazı oldu; lakin ne kadar uğraşsam da daha iyi bir şekilde toparlayamadım. İyisi mi, konu ilginizi çektiyse doğrudan Gürbilek’in kaleminden okuyun ☺